MART 2025
1 | 2 | 3 | 4 | 5 | 6 |
 
    Basın Açıklamaları
     
    Basın Açıklaması : BÜYÜK DEPREMİN 6.YILINDA 17 Ağustos 1999’u yaratan “KEYFİ İMAR DÜZENİ” sürüyor; 7. yıla yine bir “İMAR AFFI”yla giriliyor…

    17 Ağustos 2005

     

    Türkiye’nin en gelişmiş bölgesini yıkan 17 Ağustos 1999 depreminden bu yana geçen 6 yıllık sürede;

     

    - Depremi felakete dönüştüren nedenleri ortadan kaldıracak yasal önlemler alınmadı…

    - Depreme dayanıksız yapı üretimine neden olan yasal, yönetsel ve teknik yetersizlikler giderilmedi…

    - Mimarlık ve Mühendislik eğitiminde depremi gözeten yapı kültürü hâlâ temel dersler arasında değil…

     

     

    17 Ağustos 1999 Depremi’ni Türkiye’nin en gelişmiş bölgesinde “felaket”e dönüştüren 3 temel neden vardı:

     

    1- Plansız ya da bilim dışı planlara dayalı yasal ve kaçak yapılaşma;

    2- Denetimsiz inşaat, ihmaller ve yapı üretimindeki teknik eksiklikler;

    3- Depreme dayanıklı yapı geleneklerinden ders almayan tasarım ve uygulamalar…

     

    Aradan geçen 6 yılda, her üç sorun için de yeterli önlemleri sağlayabilecek yeni yasal düzenlemeler yapılmadığı gibi, sadece hükümetlerde ve yerel yönetimlerde değil, üniversiteler ve diğer ilgili kurumlarda da ihmaller sürmektedir.

     

    1. İMARDA “PLANSIZLIK ve HUKUKSUZLUK” ARTIYOR

     

    Deprem riskini de gözeten planlı kentleşme disiplinini “imar rantı” uğruna 50 yıldır terk eden Türkiye’de, 17 Ağustos 1999 depremi bile “uyarıcı” olamadı.

     

    Felaketin temel nedenleri arasındaki “spekülatif yer seçimi ve yüksek yoğunluk kararları”nı engelleyecek bir imar disiplini ve bilimsel denetim süreci; kent, çevre ve yerel yönetimlerle ilgili son yasalarda da yer almadı. 

     

    Dahası, bu disiplin yerine, yine “rant” uğruna kentsel planlamayı tümüyle reddeden ayrıcalıklı imar kararları için (Haydarpaşa Projesi örneğinde olduğu gibi) “özel yasalar” çıkartılmaktadır.

     

    Ülkeyi yönetenler, imar konusunda tüm kentleri “güvenli yapılaşmaya” yönlendirecek hukuksal düzenlemeleri sürekli erteleyerek, sadece yeni rant alanları yaratmayı hedefleyen yasaları devreye sokmaktadırlar.

     

    Depremde asıl sorunu oluşturan bu tutumun son talihsiz örneği ise 03 Temmuz 2005 tarihli “Tarım Alanlarında İmar Affı” yasasıdır. 

     

    Tarımsal alanlardaki “mevzuata aykırı” yapılaşmaya uğramış arazilerin metrekaresinden 5 YTL alınarak ruhsat vermeyi öngören yasa, 17 Aralık 1999 depreminden önceki dönemden bile daha geri bir süreci başlatmaktadır…

     

    2. YAPI DENETİMİNİN “ŞİRKET”LEŞTİRİLMESİ  ÇÖKMÜŞTÜR

     

    Büyük depremin ardından, bu konuda yürürlüğe konulan “tek” düzenleme olan “Yapı Denetimi Şirketleri” yasası, 6. yılda çökmüş durumdadır. Bu şirketlerde saptanan ihmal ve suistimaller, Bayındırlık ve İskân Bakanlığı’nda sayısız soruşturma dosyası oluşturmuştur.

     

    Mimarlar Odası’nın daha “tasarı” halindeyken yaptığı itirazlarını “mimarları yapı denetiminden uzaklaştırarak” yanıtlayan dönemin yasa düzenleyicileri bugün iktidarda olmasalar bile, işbaşındaki hükümette de aynı yasayı değiştirme yönünde bir eğilim gözlenmemektedir.

     

    Oysa geçen 6 yıllık deneyim de irdelenerek, şirketlerin kâr amacını değil, bilim ve tekniğin gereklerini esas alan,  kamusal ve meslek kuruluşlarının etkin katıldıkları bir denetim sisteminin düzenlenmesi artık zorunludur.

     

    3. MİMARLIK ve MÜHENDİSLİK EĞİTİMİNDE İHMALLER…

     

    Türkiye bir “deprem ülkesi” olmakla birlikte, aynı zamanda mimarlık ve kent kültürü bakımından da dünyanın en zengin birikimlerini taşıyan bir “yapı ve yerleşme tarihi” ülkesidir.

     

    Depremle yapılaşma ve yaşam arasındaki böylesi derin bir “birlikteliğin” en büyük kazanımları ise “depreme dayanıklı yapı kültürü” ile “depremi gözeten kent dokuları” konularındaki bin yıllara dayalı “uygarlık dersleri”dir.

     

    Nitekim, onca deprem geçiren “tarihi anıtsal yapılar”ın ve 1999’un 7.4’lük sarsıntısında bile “çökmeyen”, insanların ağır döşeme ve kirişler altında ezilerek ölmedikleri “geleneksel yapılar”ın, günümüz mimarlığı, mühendisliği ve şehirciliğinde de çağdaş sistemlerin geliştirilmesine “esin kaynağı” olmaları gerektiği, UNESCO tarafından bile Türkiye’ye tavsiye edilmiştir.

     

    Ne var ki ülkemizin bu eşsiz olanağına rağmen, tarihsel birikimleri gözetmeyen, kimliksiz ve köksüz bir “modernite”nin egemen olduğu mimarlık, mühendislik ve şehircilik anlayışının depremi felakete dönüştüren sonuçları hâlâ sorgulanmıyor.

     

    1999 depremi olduğunda mesleki eğitime başlayanların bile “aynı eksiklik” içinde yetişen “mezunlar” olarak şimdi “meslek icra ettikleri” düşünülürse, mimarlık-mühendislik ve şehircilik eğitimindeki bu aymazlığı gidermeye yönelik ihmalin “yaşamsallığı” açıkça görülebilecektir…

     

    SONUÇ: Büyük depremin 6. yılında, yasal ve yönetsel imar düzenimiz ile eğitim sistemimiz, hâlâ “1999 felaketini hazırlayan” koşullardadır. Böylesine bir aymazlığın kökeninde ise ulusal ekonominin ve son yıllarda da küresel ekonomik ilişkilerin, üretim yerine “imar rantı gelirleri”ne bağımlı kılınmış olmasıdır.

     

    Türkiye, ekonomik beklentilerini, sadece “arsa, arazi ve emlak kazançlarını maksimize etme” politikasından kurtaramadığı sürece, depremi de gözeten çağdaş, kimlikli ve güvenli bir yapılaşma ortamı ile şehircilik uygarlığına kolay kavuşamayacaktır…

     

    Saygılarımızla,

    MİMARLAR ODASI

    TMMOB MİMARLAR ODASI
    MERKEZ YÖNETİM KURULU

    Bu icerik 1062 defa görüntülenmiştir.