MART 2025
1 | 2 | 3 | 4 | 5 | 6 |
 
    Raporlar ve Görüşler
     
    3621 SAYILI KIYI KANUNU’NDA DEĞİŞİKLİKLER YAPILMASINI ÖNGÖREN KANUN TASARISI ÜZERİNE
    TMMOB MİMARLAR ODASI GÖRÜŞÜ

    28 Mart 2007

    Mart 2007

    İÇİNDEKİLER

    I. KIYI MEVZUATININ GELİŞİMİ VE KONUYLA İLGİLİ MEVZUAT

    I. 1. KIYI MEVZUATININ GELİŞİMİ

    I. 2. ÇEŞİTLİ MEVZUATTA KIYI İLE İLGİLİ HUSUSLAR

    II. KIYI KANUNU DEĞİŞİKLİĞİ İÇİN TEMEL YAKLAŞIMLAR

    III. KIYI YASASINDA DEĞİŞİKLİK ÖNGÖREN YASA TASARISI TASLAĞININ AYRINTILI DEĞERLENDİRİLMESİ

    III. 1. KABULLER

    III. 2 AYRINTILAR

    III. 2.1. Amaca Yönelik

    III. 2.2. Tanımlara Yönelik

    III. 2.3. Kullanım ve Yapılaşmaya Yönelik

    III. 2.4. Sit Alanlarına Yönelik

    III. 2.5. Planlamaya Yönelik

    III. 2.6. Yatırımcıya Yönelik

    III. 2.7. Geçmişteki Olumsuzlukların Meşrulaştırılmasına Yönelik

    III. 2.8. Akçalı Konulara yönelik

    IV. GENEL DEĞERLENDİRME












    I. KIYI MEVZUATININ GELİŞİMİ VE KONUYLA İLGİLİ MEVZUAT

    I.1. KIYI MEVZUATININ GELİŞİMİ

    Ülkemizde, kıyılarla ilgili yasal düzenleme girişimi 1966 yılında hazırlanan Ulusal Kıyılar Yasa Önerisi olarak meclise sunulması ile başlatılmış, ancak tasarı kanunlaşmamıştır. Bu öneri de kıyıların en az 10 m’lik kısmının toplumun yararına açık, millî kıyı olarak belirlenmesini öngörmektedir.

    Deniz, göl, akarsu kıyıları ile bu yerlerin devamı niteliğinde bulunan sahil şeritlerinde planlama ve yapılaşmaya ilişkin ilk yasal düzenleme, 11.7.1972 tarih ve 1605 sayılı kanunla 6785 sayılı İmar Kanunu’na eklenen 7-8. maddelerle olmuştur. Bu maddelerle kıyı alanları da imar düzenine dahil edilmiştir.

    1.12.1984 tarih, 18590 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan 3086 sayılı Kıyı Kanunu ve bu kanuna ilişkin 18.5.1985 tarih, 18758 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Uygulama Yönetmeliği’ne göre; deniz, tabii ve suni göl ve akarsularda; imar planlı alanlarda en az 10 m., diğer yerlerde en az 30 m. genişliğinde sahil şeridi tanımlanmıştır. Ancak, Anayasa Mahkemesi’nce bu kanunun, kıyıların kullanımı ve yapılaşma koşulları ile ilgili bazı maddelerinin Anayasa’ya aykırı olduğu gerekçesi ile 10 Temmuz 1986 gün ve 19160 sayılı Resmî Gazetede yayımlanan E:1985/1, K:1986/4 karar sayılı kararı ile iptal edilmiştir. İptal gerekçesinde; “yasanın pek çok yönden ve özellikle bazı tanımlamaların kıyılarda kamu ve toplum yararına aykırı kullanımlara olanak sağlayabilecek” şekilde belirsizlikler taşıdığı vurgulanmıştır. Kıyılar bu tarihten sonra 1990 yılına kadar yasasız bırakılmış ve ortaya çıkan “mevzuat boşluğu” genelgelerle giderilmeye çalışılarak kıyılarda yasa dışı, çarpık, plansız ve spekülatif yapılaşma hızla yaygınlaşmış ve kıyılar kaçak yapı cennetine dönüşmüştür.

    15.7.1987 tarih ve 110 sayılı Genelge ile sahil şeridinde yeni tanımlamalara gidilmiştir. Buna göre; deniz, tabii ve suni göl ve akarsularda; Uygulama imar planı olan alanlarda en az 10 m, Uygulama imar planı bulunmayan belediyeler ile belediye ve mücavir alan sınırları içinde ve dışındaki köy ve mezraların yerleşik alanlarında en az 30 m, Belediye ve mücavir alan sınırları içinde ve dışında planı bulunmayan alanlarda uygulanacak imar yönetmeliğinin 6. maddesine göre yapı yapılabilecek alanlarda en az 100 m.’lik sahil şeridi genişliği belirlenmiştir.

    17.4.1990 tarih, 20495 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan 3621 sayılı Kıyı Kanunu ve bu kanunun uygulanmasına dair 3.8.1990 tarih 20594 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Uygulama Yönetmeliğinin amacı ise; “Deniz, tabii ve suni göl ve akarsu kıyıları ile bu yerlerin devamı niteliğinde olan sahil şeritlerinin, doğal ve kültürel özelliklerini gözeterek koruma ve toplum yararlanmasına açık, kamu yararına kullanma esaslarını belirlemek ve deniz, tabii ve suni göller ve akarsu kıyıları ile deniz ve göllerin kıyılarını çevreleyen sahil şeritlerine ilişkin düzenlemeleri ve bu yerlerden kamu yararına yararlanma olanaklarını, şartlarını ve esaslarını belirlemektir.”

    3621 Sayılı Kıyı Kanunu ile kıyı bölgelerinin açık ve kesin bir tanımını yapmak, bu bölgelerin kullanımına ilişkin yöntemlerle korunmasına yönelik araçları belirtmek, kıyı bölgelerinde yapılabilecek fiziksel değişikliklere ilişkin sınırları saptamak konusunda önemli adımlar atılmıştır. Bu kanuna göre deniz, tabii ve suni göl ve akarsularda sahil şeridi; Uygulama imar planı yapılacak alanlarda yatay olarak en az 20 m, Uygulama imar planı bulunmayan belediye ve mücavir alan sınırları içinde ve dışındaki yerleşik alanlarda çevre düzeni veya nazım imar planı bulunsun veya bulunmasın yatay olarak en az 50 m, Belediye ve mücavir alan sınırları içinde ve dışındaki iskân dışı alanlarda çevre düzeni veya nazım imar planı bulunsun veya bulunmasın yatay olarak en az 100 m. olarak tanımlanmıştır.

    11.7.1992 tarih, 21281 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan ve 3621 Sayılı Kıyı Kanunu’nda Değişiklik Yapılmasına İlişkin 3830 sayılı Kanun ile getirilen doğru ve önemli bir değişiklik, kıyının toplum yararına kullanılması için yapılaşmaya kısıtlamalar getirilmesi ve kıyı kenar çizgisinden itibaren ilk 50 m’lik bölüme yapı yapılmasına izin verilmemesidir. Bu kanuna göre deniz, tabii ve suni göl ve akarsularda; sahil şeridi, kıyı kenar çizgisinden itibaren kara yönünde yatay olarak en az 100 m. genişliğindeki alandır ve bu alan iki kısımdan oluşmuştur.

    - Kıyı kenar çizgisinden itibaren kara yönünde yatay olarak en az 50 m. genişliğindeki sahil şeridinin birinci bölümü,

    - Sahil şeridinin birinci bölümünden itibaren kara yönünde yatay olarak en az 50 m. genişliğindeki ikinci bölüm,

    3621 Sayılı Kıyı Kanunu’nda Değişiklik Yapılmasına İlişkin 3830 sayılı Kanun’un, 13.10.1992 tarih, 21374 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanmış olan Uygulama Yönetmeliği ve söz konusu yönetmeliğin 30.3.1994 tarih ve 21890 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan değişikliği ile; kıyı çizgisi, kıyı, kenar çizgisi ve sahil şeridine ilişkin çeşitli tanımlamalar yapılmıştır.

    Buna göre:

    - Sahil şeridinin ilk 50 m’lik kısmında kıyıda yapılabilecek yapılarla birlikte yaya yolları, gezinti ve dinlenme alanları, seyir teras alanları ve rekreaktif alanların yer alabileceği,

    - Sahil şeridinin ikinci 50 m’lik bölümünde; kıyıyı doldurma ve kurutma yolu ile kazanılan arazilerde yapılacak yapılarla birlikte toplumun yararlanmasına açık olma şartı ile kamping ve konaklama ünitelerini içermeyen duş, gölgelik, soyunma kabini, wc, kafe-bar, pastane, lokanta, çay bahçesi, açık spor alanları, spor tesisleri, açık gösteri ve eğlence alanları, lunapark, fuar alanı, el sanatları ürünlerinin satılabildiği alanı 20 m2’yi geçmeyen sergi ve satış ünitelerinin bulunduğu günübirlik turizm tesisleri ve kıyı ve deniz güvenliğini sağlamak amacı ile lojman, konaklama vb. tesisler içermemek üzere inşa edilebilecek karakol ve bu gibi güvenlik yapılarının yer alabileceği,

    belirtilmiştir.

    Ancak 3621 sayılı Kıyı Kanunu Uygulama Yönetmeliğine, kıyıların yapılaşma yasağı getirilen ilk 100 m .’lik kısmına yapılaşma olanağı getiren ve kıyıların tahribine neden olacak yönetmelik değişikliği ile getirilen “Kurvaziyer Liman”  tanımının iptaline ilişkin Mimarlar Odası Antalya Şubesinin açtığı dava sonucu iptal edilen yönetmelik maddesi, 03.07.2005 tarih ve 5398 Sayılı Yasanın 13 maddesi ile Yasayanın “Kıyının Korunması, Yapı Yasağı ve Kıyıda Yapılacak Yapılar” başlıklı 6/c maddesi olarak eklenmiştir. Madde “Organize turlar ile seyahat eden kişilerin taşındığı yolcu gemilerinin (kurvaziyer gemilerin) bağlandığı, günün teknolojisine uygun yolcu gemisine hizmet vermek amacıyla liman hizmetlerinin (elektrik, jeneratör, su, telefon, internet ve benzeri teknik bağlantı noktaları ve hatlarının) sağlandığı, yolcularla ilgili gümrüklü alan hizmetlerinin görüldüğü, ülke tanıtımı ve imajını üst seviyeye çıkaracak turizm amaçlı (yeme-içme tesisleri, alışveriş merkezleri, haberleşme ve ulaştırmaya yönelik üniteler, danışma, enformasyon ve banka hizmetleri, konaklama üniteleri, ofis binalar) fonksiyonlara sahip olup, kurvaziyer gemilerin yanaşmasına ve yolcuları indirmeye müsait deniz yapıları ve yan tesislerinin yer aldığı kurvaziyer ve yat limanları” şeklinde yasaya işlenmiştir. Maddede “ülke tanıtımı ve imajını üst seviyeye çıkarma gerekçe gösterilerek, kıyının yapı yasağı getirilen ilk 100 m .’lik bölümü de, ranta yönelik, turizm amaçlı yeme-içme tesisleri, alışveriş merkezleri ve konaklama tesisleri yapımına olanak tanınmak suretiyle yapılaşmaya açılmaktadır.

    I.2. ÇEŞİTLİ MEVZUATTA KIYI İLE İLGİLİ HUSUSLAR

    Deniz ve kıyı alanları ile ilgili diğer mevzuatlar incelendiğinde, kıyıları doğrudan veya dolaylı olarak ilgilendiren birçok kanun, yönetmelik, tüzük bulunmaktadır. Bu mevzuatların çerçevesinde çeşitli kurum ve kuruluşların görev bir takım üstelendikleri görülmektedir.

    1982 TC. Anayasası’nın 43.maddesinde kıyıların, devletin hüküm ve tasarrufu altında olduğu, deniz, göl ve akarsu kıyılarını çevreleyen sahil şeritlerinden yararlanmada öncelikle kamu yararı gözetileceği belirtilmektedir.

    1982 tarih ve 2634 sayılı Turizmi Teşvik Kanunu’nun amacı; turizm sektörünü düzenleyecek, geliştirecek, dinamik bir yapı ve işleve kavuşturacak tertip ve tedbirlerin alınmasını sağlamaktır. Bu kanun ile Turizm Bakanlığı’na kıyı boyunca belli arazileri turistik amaçlar için ayırma ve yönetme yetkisi ile bu bölgelerde turistik tesis yapan yatırımcılara teşvikler verilmesine olanak tanınmıştır.

    1982 tarih, 2692 sayılı Sahil Güvenlik Komutanlığı Kanunu’nun amacı, bütün sahillerimiz, karasularımız ile iç sularımız olan Marmara Denizi, İstanbul ve Çanakkale Boğazları, liman ve körfezlerimizin korunması, güvenliğinin sağlanması, ulusal ve uluslararası hukuk kuralları uyarınca hükümranlık haklarına sahip olduğumuz denizlerde, bu hak ve yetkilerin Deniz Kuvvetleri Komutanlığı’nın genel sorumluluğu dışında kalanlarının kullanılması, deniz yolu ile yapılan kaçakçılığın önlenmesi ve suçlular hakkında gerekli işlemlerin yapılması ile ilgili esas ve yöntemleri düzenlemektir.

    1983 tarih, 2873 sayılı Milli Parklar Kanunu, ülkemizdeki millî ve milletlerarası düzeyde değere sahip millî park, tabiat parkı, tabiat anıtı ve tabiatı koruma alanlarının seçilip belirlenmesine, özellik ve karakterleri bozulmadan korunmasına, geliştirilmesine ve yönetilmesine ilişkin esasları düzenlemek amacıyla çıkarılmıştır. Bu kanun kapsamında, bazı kıyı alanlarımız millî park sınırları içerisine alınmıştır.

    1983 tarih, 2805 sayılı İmar Affı Yasası’nda kıyı şeridi; deniz, göl ve akarsu kenarlarında kara yönündeki kıyı kenar çizgisinden itibaren, imar planı olan yerlerde yatay olarak en az 10 m, planı olmayan köy, kasabalarda ve toplu yerleşim alanlarında en az 30 m ve diğer yerlerde en az 100 m. genişliğinde alan olarak tanımlanmaktadır.

    1983 yılında çıkarılan 2872 sayılı Çevre Kanunu’nun amacı; bütün vatandaşların ortak varlığı olan çevrenin korunması, iyileştirilmesi, kırsal ve kentsel alanda arazinin ve doğal kaynakların en uygun şekilde kullanılmasıdır. Su, toprak ve hava kirlenmesinin önlenmesi, ülkenin bitki ve hayvan varlığı ile doğal ve tarihsel zenginliklerinin korunarak, bugünkü ve gelecek kuşakların sağlık, uygarlık ve yaşam düzeyinin geliştirilmesi, ekonomik ve sosyal kalkınma hedefiyle uyumlu olarak belirli hukuki ve teknik esaslara göre düzenlenmesi diğer amaçlarıdır. Bu Kanunun 9. maddesi ile ülke ve dünya ölçeğinde ekolojik önemi olan çevre kirlenmeleri ve bozulmalarına duyarlı alanların ve doğal güzelliklerin gelecek kuşaklara ulaşmasını sağlamak amacı ile “Özel Çevre Koruma Bölgesi” belirleme yetkisi Bakanlar Kurulu’na verilmiştir. Yasa kapsamında bazı kıyı alanlarımız “Özel Çevre Koruma Bölgesi” ilan edilmiştir . 

    1985 tarih, 3194 sayılı İmar Kanunu, belediye sınırları içinde ve dışında kalan alanlarda yapılacak planlarla, inşa edilecek resmî ve özel bütün yapılar hakkında düzenlemeler getirmiş ve belediye ve mücavir alanlar içinde imar planlama yetkisini yerel yönetimlere vermiştir. Kıyıdaki yoğun yapılaşma talepleri ve baskıları ile altyapı hizmetlerine olan aşırı yük karşısında, zaten teknik ve ekonomik olanakları yetersiz olan kıyı belediyeleri sorunların çözümünde yetersiz kalmışlardır.

    10 Ekim 1987’de kabul edilen 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun 16/c maddesine göre, “kayalar, tepeler, dağlar, tarıma elverişli olmayan sahipsiz yerler ile deniz, göl ve nehir kıyıları devletin hüküm ve tasarrufu altındadır.” “Bu yerler tescil ve sınırlandırmaya konu olmazlar.” Yalnız, aynı kanunun 18.maddesine göre bu yerlerin tarım alanına dönüştürülmesi veya ekonomik yarar sağlaması mümkün olursa hazine adına tespit ve tescil edilirler hükümleri yer almıştır.

    1987 tarih, 3348 sayılı Ulaştırma Bakanlığı Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun ile; devletçe yaptırılacak “Limanlar, barınaklar ve bunlarla ilgili teçhizat ve tesislerin kıyı koruma yapılarının kıyı yapı ve tesislerinin” ilgili kuruluşlarla işbirliği yaparak plan ve programlarını hazırlamak, gerçekleştirilmesi için gerekli tedbirleri almak ve imkânları sağlamak yetkisi Ulaştırma Bakanlığı’na verilmiştir.

    Çevre Kanunu’na dayanılarak 1988 tarihinde çıkarılan Su Kirliliği Kontrolü Yönetmeliği’nin amacı; ülkenin su kaynakları potansiyelinin korunması, en iyi biçimde kullanımının sağlanması, su kirliliğinin önlenmesinin ekonomik ve sosyal kalkınma hedefiyle uyumlu bir şekilde gerçekleştirilmesi için gerekli olan hukuki ve teknik esasları ortaya koymaktır.

    1989 tarih, 383 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile Başbakanlık Özel Çevre Koruma Kurumu Başkanlığı kurulmuş olup, 2872 sayılı Çevre Kanunu’nun 9.maddesine göre “Özel Çevre Koruma Bölgesi” olarak ilan edilen ve edilecek alanların sahip olduğu çevre değerlerini korumak ve mevcut çevre sorunlarını gidermek için tüm tedbirleri almak, bu alanların koruma ve kullanma esaslarını belirlemek, imar planları yapmak, mevcut her ölçekteki plan ve plan kararlarını revize etmek ve re’sen onamak, söz konusu mevzuatla bu kuruma verilmiştir.

    1993 yılında Çevre Kanunu’nun 10.maddesi çerçevesinde çıkarılan Çevresel Etki Değerlendirmesi Yönetmeliği; gerçekleştirmeyi planladıkları faaliyetleri sonucu çevre sorunlarına yol açabilecek kamu ve özel sektöre ait kurum, kuruluş ve işletmelerin, yatırım kararlarının çevre üzerinde yapabilecekleri olumsuz etkilerin değerlendirilmesi amacıyla gerçekleştirilecek Çevresel Etki Değerlendirilmesi süresince uyulacak idari ve teknik esasları içermektedir.

     

    II. KIYI KANUNU DEĞİŞİKLİĞİ İÇİN TEMEL YAKLAŞIMLAR

    Anayasa mahkemesinin Kıyı Yasasını iptal eden kararındaki gerekçeler, yeni yasa revizyonunda da göz önünde tutulması gerekli temel ilkelerdir. Buna göre:

    - Kıyılardan çok kişinin yararlanabilmesi “sosyal ve ekonomik hak”lardandır,

    - Kıyılar, özel mülkiyete konu olamazlar. Genellik, eşitlik ve serbestlik ilkeleri gereği herkesin ortak kullanımına açık bulunmalıdırlar.

    - Kıyılarda kazanılmış hak ilkesine dayanılamaz. Kıyılar denizlerin devamı olup ondan ayrılması olanaklı değildir

    Yine Anayasa’nın 43.maddesinin üçüncü paragrafında ifade edilen “Kıyılarla sahil şeritlerinin kullanış amaçlarına göre derinliği ve kişilerin bu yerlerden yararlanma imkân ve şartları kanunla düzenlenir.” şeklindeki hüküm bir başka temel ilke olarak benimsenmelidir.

    Anayasa’nın 43. maddesi, ayrıca kıyıların devletin hüküm ve tasarrufunda olduğunu ve kıyılarımızın kamu yararı kapsamında ele alınmasını öngörürken, kıyılara ilişkin kanun hazırlanması için çok özgün ve yönlendirici bir hüküm getirmiştir.

    Bu hüküm analitik olarak ele alındığında ,“Kıyılar ve Sahil şeritlerinin kullanış amaçları, bu amaçlara göre derinlikleri, ve kişilerin bu yerlerden yararlanma imkân ve şartlarıkanunla düzenlenir” denilerek önemli üç hedef belirlenmiştir.

    Bu hedefler şöyle irdelenebilir:

    1. Öncelikle, kıyılar ve sahil şeritlerinin hangi amaçlar için kullanıldığı ve kullanılacağı  (enerji, ulaşım, turizm, kültür, koruma, rekreasyon, sağlık, hammadde, su ürünleri, veya birleşik vs.) hususlarında yönetim politikası belirlenmesine zemin hazırlayacak hükümler geliştirilmelidir.

     

    Ülkemizde son yıllarda ağırlık kazanan sektörel uygulamalar, kurumsal olarak ortaya çıkan yetkilenme bolluğu ve kaosu içinde, ulusal fiziki mekânın çeşitli mevzuat altında farklı amaçlarla sistemsiz ve parçalı olarak kullanılma karmaşasını doğurmakta ve bu karmaşadan,  kıyılarımız da olumsuz olarak etkilenmektedir.

    Kıyılarımızın hangi amaçlarla kullanıldığı ve kullanılabileceği hususu, farklı sektörel kurumların karar mekanizmaları içinde şekillenmekte olup, mevcut Kıyı Kanunu’nun “kullanım amacı belirleme” yetersizliği söz konusudur.

    Kıyı bölgelerimizdeki potansiyeli, bütüncül olarak değerlendirebilecek bir  “süreç tanımlaması” gereği kaçınılmaz bir konu olarak gündemdedir. Kurumlararası işbirliği ile oluşturulması gereken bu süreç içinde, kıyıların rasyonel kullanım amacı belirlenebilir. Bu gün için saptanan envanter eksikliği önemli bir zorluk yaratacaktır. Ancak kanun tasarısı, bu zorluğu da öncelikler, bölgelemeler, ve sınıflandırmalar oluşturarak aşabilir.

    2.Anayasa’nın 43. maddesinde ifade edilen bir diğer husus, çeşitli amaçlar için kıyı derinliğinin ve sahil şeridi derinliğinin belirlenmesidir. Bu husus irdelenmeli ve “amaca göre derinlik” farklılaşması kanun düzeyinde kararlaştırılmalıdır veya söz konusu derinliklere ilişkin seçenekler geliştirilmelidir.

    Bu amaçla:

    i-          Belirli bir kıyı bölgesinin turizm amaçlı olmasında kıyı derinliği ve sahil şeridi derinliği ne olmalı?

    ii-       Veya su ürünleri amaçlı bir kıyıda sahil şeridi ne olmalı?

    iii-      Veya bunların birlikte yer aldığı ortamlarda, nasıl hareket edilmeli?

     

    şeklinde değişik amaçlar için derinliklere ait yaklaşımlar elde edilmelidir.

     

    Kıyının derinliği, kanun ile getirilen bir ölçüt değere göre değil, bilimsel belirleme esasları üzerinedir. Mevcut kanunumuzun hükümlendirmesi bu yöndedir. Buradaki performans arayışı, bilimsel kriterlerin yeterliliğinin ve/veya yerindeliğinin sorgulanmasıdır.

     

    “Sahil şeridi”nde ise, “en az 100 metre” denilmek suretiyle gerekçesi belirsiz bir ölçütlenmeye gidilmiş ve uygulamada da bu ölçüt sabitlenmiştir. Dış ülkeler de gördüğümüz bu tür belirleme çabaları, süregelen eleştiri yoğunluğu altında terk edilmekte ve alansal derinlik yaptırımı yerine, yönetimsel ve amaçsal kurgulara yer verilmektedir.

     

    Yukarıda ifade edilen “kullanım amacı belirleme süreci” doğrultusunda, kıyılarımızın bir anlamda koruma kuşağını oluşturan sahil şeritlerinin de performans değerlendirmesi yapılmalıdır. Bu değerlendirmede, özellikle ülkemizin farklı bölge ve yöreleri için yerel özelliklere önem verilirken, “kıyının korunması amacını”, sektörel olarak kıyının zarar görmeme esasına göre etkinleştirecek bir yaklaşımın getirilmelidir (Yapılaşmanın veya sanayileşmenin ağırlıklı olduğu bölgelerde sahil derinliğinin fazlalaştırılması gibi.)  Çok doğaldır ki, sektörel olarak oluşacak talepler böylesine bir farklılaşmayı kabul etmeyeceğinden, kanun tasarısı “kıyının sahil şeridi ile korunmasına” ait bilimsel tespitler ve süreçler getirip, sektörel önceliklerin söz konusu edilmeyeceği bir yaptırım yaklaşımını benimsemelidir.

     

    3. Anayasa’nın anılan maddesinde üçüncü olarak yapılması istenen, kişilerin kıyılardan nasıl yararlanacağının tespit edilmesidir.

    Mevcut Kıyı Kanunu, “kamu yararı” ve “toplum yararı” olarak temel belirlemeleri yapmış ancak bu konularda ayrıntılı hükümler getirmemiştir. Günümüzde her iki kavram da, farklı sektörlerin proje amaçlarında destek unsuru olarak kullanılmaktadır.

     

    Kıyılardan yararlanma, başlıca iki eylem ile olmaktadır. Bunlar koruyarak yararlanma ve kullanarak yararlanmadır. Mevcut kanun her iki yararlanma eylemi için doyurucu hükümler getirmemekte, “yapılaşma” olup olmama esasına göre şekillenmektedir.

     

    Kıyılardan ve Sahil Şeritlerinden yararlanma konusu birçok sektörü ve kurumu ilgilendirdiğinden, yararlanma üst başlığı altında :

    -İşbirliği (sektörel uygulamalara son verilmesi)

    -Paylaşım (yararların ve zararların paylaşımı)

    -Koordinasyon (çoklu yönetim ve katılım)

    -Öncelikler (toplumsal amaçların sıralanması)

    -Hiyerarşik aktiviteler (projeler arası iletişim)

    gibi konular önem kazanmaktadır.

     

    Kıyı kanunu tasarısı bu hususları da içerecek bir “koordinasyon hukuku” niteliği kazanmalıdır.

     

    Anayasal yönlendirmelerin yanında, kanun değişikliği tasarısının çerçeve etkinliğinin arttırılması için, kıyıların sadece kıyı ve sahil şeridi tanımları ile ele alınma yönteminin terk edilerek, “kıyı bölgesi” tanımlandırması getirilmelidir. Bu yaklaşım, “yönetim” kurgusunun etkinleşmesine katkı sağlayacaktır. Çünkü artık kıyı bölgelerimizde bulunan valilikler, belediyeler ve kurulacak diğer sektörel yönetimler için, birlikte çalışılıp, birlikte iş yapılabilecek bir  “bütüncül bölge” yaklaşımı kaçınılmazdır.

     

     

    III. KIYI YASASINDA DEĞİŞİKLİK ÖNGÖREN YASA TASARISI TASLAĞININ AYRINTILI DEĞERLENDİRİLMESİ



    III. 1. KABULLER


    Tasarının ayrıntılı olarak irdelenebilmesi için bazı ön kabuller yapılacak ve daha sonraki bölümlerde, getirilen yeni hükümlerin bu kabullerle ne ölçüde uyumlu olduğu irdelenecektir. Bu konuda Mimarlar Odasının değişik birimleri başta olmak üzere çeşitli kuruluşların konuyla ilgili olarak açıkladıkları görüşlerden de yararlanılmıştır.

    1. Kıyı karşılık ödenmeksizin herkesin serbestçe yararlanabileceği bir alandır. Halkın kıyıdan, sudan görünümden yararlanması engellenemez,

     

    2. Kıyılarımızın çok büyük bir bölümü içerdikleri değerlerle, evrensel ve ulusal ölçekte tanımı yapılmış doğal miras niteliği taşımaktadır. Bu nedenle ülkemizin de taraf olduğu ve 2658 sayılı yasayla kabul ettiği Dünya Kültürel ve Doğal Mirasının Korunmasına Dair Sözleşme’de yer alan ve aşağıda sıralanan hükümler bağlayıcı nitelik taşımaktadır:

     

    a)   Kültürel ve doğal mirasa, toplumun yaşamında bir işlev vermeyi ve bu mirasın korunmasını kapsamlı planlama programlarına dahil etmeyi amaçlayan genel bir politika benimsenmelidir,

    c)   Bilimsel ve teknik çalışma ve araştırmaları geliştirmek ve Devletin kültürel ve doğal mirasını tehdit eden tehlikelere karşı harekete geçmesine olanak sağlayacak müdahale yöntemleri geliştirilmelidir,

    d)   Bu mirasın saptanması, korunması, muhafazası, teşhiri, yenileştirilmesi için gerekli olan uygun yasal, bilimsel, teknik, idarî ve malî önlemler alınmalıdır,

     

    3.Kıyılarla ilgili olarak getirilecek her karar toplum yararına olmalıdır ve kıyı ve sahil şeritlerinden yararlanma öncelikle kamu yararı gözetilerek sağlanmalıdır,

     

    4.Kıyılar, sahil şeritleri ve onların devamı olan diğer alanlar bütüncül bir planlama anlayışı içinde ele alınmalıdır,

    5.Eğer bir mekânsal düzenleme ve yapılaşma gerekiyorsa, bu yapılaşma sadece kıyıdan yararlanmayı sağlayacak ya da kıyıdan başka yerde oluşturulamayacak tesisler ölçeğinde tutulmalıdır,

    Bu kabuller bir genel gözlemle sonlandırılabilir. Özel Çevre Koruma Kurumu Başkanlığının yasa tasarısına ilişkin olarak hazırladığı 16.02.006 tarihli yazıda, bugüne değin başta Kıyı Kanunu olmak üzere yapılan değişik yasal düzenlemelerin, kıyı alanlarının kendine özgü jeolojik, jeomorfolojik, toprak ve bitki örtüsü, su altı habitatı gibi doğal yapı ve niteliklerini göz ardı eder nitelikte olduğu vurgulanmış ve yeterli korumanın sağlanamadığı belirtilmiştir.

    III. 2. AYRINTILAR

    III. 2.1. Amaca Yönelik:

    Mevcut yasa sahil şeritlerini kıyının devamı olarak nitelemiştir. Tasarının amacı (m.1), “deniz, tabii ve suni göl ve akarsu alanları ile bu alanların etkisinde bulunan kıyıların ve kıyıları çevreleyen sahil şeritlerinin” korunması ve kullanılması olarak belirlenmiştir. Bu niteleme kıyı ve sahil şeritlerin koruma ve kullanımına yönelik her türlü eylemin bütüncül olarak ele alınmasını öngörürken, taslakta bu bütüncüllüğün vurgulanmaması, getirilecek kararların da ikili bir yapıya sahip olabileceğini düşündürmektedir.

    III. 2.2. Tanımlara Yönelik:

    Tasarı ile “su alanı”, “yatırımcı”, “fizibilite raporu” gibi yeni tanımlar getirilmektedir. Su alanı tanımı açık olmamasının yanı sıra, su içine giren ya da su üstünde tasarlanan yapılara da olanak sağlayabilecek yorum ve değerlendirmelere yol açabilir. Yatırımcı ve fizibilite raporu tanımları ise kıyılara birer ticari işletme ve rant konusu olarak bakıldığını göstermektedir. Öncelikli olarak korunması, kullanım kararı getirilecek ise kamu yararına olması ve karşılık ödenmeksizin herkesin serbestçe yararlanması öngörülen alanların bir kullanıcıya “emanet edilmesi, nedeni zor anlaşılan bir karar olarak yorumlanmaktadır. Bugüne kadar yapılan çeşitli yasal düzenlemelere karşın ilgili idarelerce yasal düzenlemelerin uygulanmaması nedeni ile kıyı yağmacılığının önüne geçilememiş iken bu alanların ayrıca yabancı yatırımcılara açılacağı gerçeği ülke güvenliği açısında da büyük sorunlar yaratacaktır.

    Kıyı yağmacılığı bilinen bir gerçek iken bu alanlarda yapılacak yapıların amacı dışında kullanılıp, kullanılmayacağının garantisini vermek mümkün olmadığı gibi, bu alanlarda sağlıklı bir denetimin yapılıp yapılamayacağı da (bugüne gelene kadar yapılan uygulamalardan) kuşkuludur.

    Bu “her yeri yapılaştırarak ve özel girişimci eliyle kullanmak” genel yaklaşımı, Turizm Teşvik yasasında 2003 yılında yapılan köklü değişikliklerde izlenmektedir. (Bu konu daha ayrıntılı olarak “3.6. Yatırımcıya Yönelik” bölümünde ele alınmıştır.)

    Yine tanımlar bölümünde, mevcut tasarıda “Sahil Şeridinin başka bir koşul konmaksızın 100 m. olarak belirlenmesine karşın, tasarıda bu şeridin “kullanış amaçlarına göre, kırsal ve kentsel yerleşmelerin yerleşik alanlarında en az 50 m. genişlikte olacağı hükmü, bu alanlarda ciddi yapılaşma sorunları yaratacaktır. Bu hükmün, ikinci 50 m. içinde halen mevcut yapıları “meşrulaştıracağı” akla gelmektedir. Ayrıca “kullanış amacı” sözcüğü de korumayı olumsuz etkileyebilecek çok geniş yorum ve kararlara yol açabilecektir. Çünkü kullanış amaçlarına göre ifad den ne kastedildiği anlaşılamamıştır. Ayrıca kırsal ve kentsel yerleşmelerin yerleşik alanlarından ifade edilmek istenen uygulama imar planı bulunmayan belediye ve mücavir alan sınırları içinde veya dışındaki yerleşik alanlar ise bu alanlarda 100 m. belirlenmesi gereken sahil şeridinin 50 m.’ye indirildiği görülmektedir.

    8.09.1991 günlü Anayasa Mahkemesi kararında 3621 sayılı Kanun ile belirlenen bu alanlardaki 50 m.’lik sahil şeridi iptal edilmemiş ancak bu derinliğin en az 100 m.’ye yükseltilmesinin sahil şeritlerinden kamu yararının çağdaş anlayışına uygun bir yararlanma sağlayacağı ve Anayasanın öngördüğü ilkelere daha uygun düşeceğinin kuşkusuz olduğu belirtilerek bu alanlarda sahil şeridinin 100 m. belirlenmesine dikkat çekilmiş ve 3830 sayılı Kıyı Kanunu ile de bu alanlarda sahil şeridinin 100 m. belirlenmesi hükmü getirilmiştir. Ayrıca bu alanlarda uygulama imar planı yapıldığında sahil şeridi zaten 100 m. olarak belirleneceğinden sorun yaşanmayacak ve yanlış uygulamalara meydan verilmeyecektir.

    Bu nedenle “Ancak kullanış amaçlarına göre, kırsal ve kentsel yerleşmelerin yerleşik alanlarında en az 50 m . genişliğindeki alanı” ifad esin in taslaktan çıkarılması gerekmektedir.

    Tasarıda yer alan “Geri Saha” ve “Bütünleşik Kıyı Alanı” kavramlarının tanımlanmaması halinde de bu kavramlardan yola çıkan yaptırımların ölçek ve niteliği tümüyle idarenin takdirine bırakılmış olacaktır.

    III. 2.3. Kullanım ve Yapılaşmaya Yönelik:

    Taslağın 4. maddesi ile yürürlükte bulunan Kıyı Kanunun “Genel Esaslar” başlıklı 5. madd esin in 9. fıkrasında yer alan; “Taşıt yolları, sahil şeridinin kara yönünde yapı yaklaşma sınırı gerisinde kalan alanda düzenlenebilir” hükmünün kaldırıldığı görülmektedir. Kanunun bu hükmünün kaldırılması; taşıt yollarının sahil şeridinin birinci bölümünde ve kıyıda yapılmasına olanak tanıyacağından bu alanların korunması; doğal deng esin in bozulmaması ilkelerine ve Kanunun özüne ve ruhuna ters düşecektir.

    Yeni yasa tasarısı mevcut 6. maddenin (a) bendini değiştirerek yapılaşma gerektiren kullanımları iki ana başlığa ayırmıştır. Bunlar:

    a)    Kıyıyı korumak amacına yönelik alt yapı ve tesisler

    b)    Kıyının kamu yararına kullanımına yönelik altyapı ve tesisler olarak belirlenmiştir.

    (b) bendinde ise “terminal, gar, otopark, park, yeşil alan, spor alanı, açık yüzme havuzu, su sporları tesisleri; lokanta, çay bahçesi, sergi üniteleri, idare binalarını da içeren fuar ve rekreasyon alanları gibi alt yapı ve tesisler” yer almaktadır. Kullanım çeşitliliği ve yoğunluğu ile kullanımın gerektirdiği yapılaşmanın mimari biçimlenmesi açısından tasarının en önemli vurgularından bir olan bu bölümde, tanımlanan hizmetlerin bir bölümünün mutlaka kıyıda yer almasının ne kadar gerektiği tartışılması gereken bir konudur. Ayrıca bu tesislerin kamu yararı ve kıyılardan bedelsiz yararlanma kabulleri ile ne kadar bağdaşacağı ayrı bir tartışma konusudur.

    İlave edilen alt yapı ve tesislerin kıyının kamu yararına kullanımına yönelik olmadığı açık olup, ayrıca bu alt yapı ve tesislerin yapılmasına olanak tanınması halinde ekolojik dengenin ve bu alanlardaki canlı hayatın korunması mümkün olamayacaktır.

    Taslakta yer alan (c) bendinde faaliyetlerinin özelliği gereği kıyı ve su alanlarından başka yerde yapılmaları mümkün olmayan yapı tesisler kapsamına; arıtma tesisleri, deniz altı akvaryumu ve lokantaları, petrol, doğalgaz ve madenlerin işletilmesi ve nakliyesine yönelik tesislerinde dahil edildiği görülmektedir. Bu bent de yer alan arıtma tesislerinin kamu yararlı olduğu belirtilmediğinden sahil şeridinin ikinci bölümünde ve sahil şeridinin gerisinde kalan özel kullanımlara ait arıtma tesislerinin kıyıda yapılmasına olanak tanıyacaktır.

    Bu noktada, kamu yararı kavramının tekrar ele alınması, ortak ölçütler geliştirilmesi ve geniş bir ortak kabuller dizisi oluşturulması ön koşul olarak görülmektedir. Değişik yorumlara, planlama kararlarına ve bu kararlara bağlı izinlere yol açabilecek sözcüklerin, ne kıyıların korunmasına ne de kamu yararına değerlendirilmesine hizmet etmeyeceği açıktır.

    18.09.1991 günlü Anayasa Mahkemesi Kararında; “Sahil Şeritleriyle ilgili anayasal gereğin iyi anlaşılabilmesi için, sahil şeritlerinden yararlanmada kamu yararı nedir ve ne kadar derinlik ayrılmasının Anayasanın öngördüğü ‘kamu yararı’ amacına uygun düşeceği sorularının yanıtlanması gerekmektedir. Çağdaş devlet anlayışı, sahillerde kamu yararına uygun düzenlemenin asgari koşullarını da belirlemiştir. Sahil şeridi derinlikleri, imar planlı ya da henüz uygulama planları yapılmamış yerlerde, kullanış amaçlarına göre ayrı ayrı saptanabilir. Ancak yukarıdaki koşulları içeren bir derinliğin, herhalde 100 m.’den az olmaması gerekir. Sahil şeridi olarak daha dar bir alanın belirlenmesi bu yerlerden Anayasa’nın uygun gördüğü kamu yararına uygun bir yararlanmayı zorlaştıracaktır.” denmektedir.

    Mevcut yasanın 8. maddesinde yapılmak istenen değişiklik, kamu yararına olmayan ve kamu kullanımını öngörmeyen yeni fiziksel müdahalelere yol açmaktadır. Çok ayrıntı gibi gözükmekle beraber, mevcut yasada bulunan “uygulama imar planı bulunan yerlerde duvar, çit, parmaklık, tel örgü, hendek kazık ve benzeri engeller oluşturulamaz” hükmü yeni tasarıda kaldırılmış ve kamunun, başka grupların yararına kıyıdan uzaklaştırılması öngörülmüştür. Yasada olmasına karşın engellenemeyen bu “engellerin” yasadan çıkartılması halinde kıyılarımızı sadece denizden ya da gölden izleyebileceğimiz açıktır ve bu hakkın kamunun elinden alınmasının hangi başka kişilere yarayacağı tartışılmalıdır. Yine aynı maddede “sahil şeritlerinde 6. madde’de belirtilen yapı ve tesislerle bütünleşen ve devamı olan yapı ve tesisler yapılması”na izin veren tavır daha önce de belirttiğimiz gibi her yeri yapılaştırarak ve özel girişimci eliyle kullanmak ana tavrının kaygı yaratan bir parçası olarak değerlendirilmektedir. Bu nedenle 6. maddede sayılan ve üst yapı gerektiren yapı ve tesisler yapılacağının belirtilmesi gerekir. Bu maddede sahil şeridinde yapılanma açıklanıyor ise; sahil şeridinin 1. ve 2. bölümünde yapılacak yapılar ayrı ayrı açıklanmalı ayrıca sahil şeridinin 1. bölümünde özel kullanıma ait arıtma tesislerinin yer alamayacağı da belirtilmelidir .

    III. 2.4. Sit Alanlarına Yönelik:

    Kıyılarımızda gerek sayısal ve gerekse alansal büyüklükleri yadsınamayacak boyutlara varan kentsel, doğal ve arkeolojik sit alanları bulunmaktadır. Özellikle doğal sit alanları bu grup içinde en yoğun olarak yer almaktadır. Oysa yasa tasarısının 7. maddesinin (e) bendinde mevcut sit kararları ile bu kararlara göre yapılmış ve koruma bölge kurullarınca onaylanmış koruma amaçlı imar planlarına bir gönderme bulunmamaktadır, sadece kıyıda konumlanan tescilli kültür varlıklarının korunacağı belirtilmiştir. Tasarının koruma mevzuatı ile olan ilişkileri “sit”lerin lehine olmak üzere düzenlenmelidir.

    III. 2.5. Planlamaya Yönelik:

    Son yıllarda yürürlüğe giren çeşitli mevzuat ile değişik plan tanımları yapılmış ve bu planları yapmak ve onamak yetkisi değişik kurumlara verilmiştir. Kıyı yasa tasarısında da buna benzer bir yöntem izlenmiş, tanımlar bölümünde “yatırımcı” sözcüğü ile ilk ipucunu gördüğümüz yeni tavır, mevcut yasanın 7. maddesinde öngörülen değişiklikle daha da belirginleşmiş ve ayrıntıya kavuşturulmuştur. Öneri maddenin ilk bendinde “…kullanımlara ilişkin imar planı teklifi, yatırımcı tarafından mevzuata uygun olarak ve fizibilite raporu ile birlikte hazırlanır, hazırlatılır ve İl Özel İdaresine sunulur.” denmektedir. Planların Bakanlıkça onanması halinde yürürlüğe gireceği belirtilmiş olmakla beraber, mevcut yasanın 5. maddesine göre devletin hüküm ve tasarrufundaki (ki bu hüküm yeni tasarıda da korunmaktadır) kıyıların planlanması yetkisi burayı kullanacak ve çıkar sağlayacak özel girişimcilere devredilmiş bulunmaktadır. Plan yapma ve yaptırma yetkisinin kamuya özgü olduğu düşünüldüğünde bu yeni tavır kabul edilmemelidir.

    Kıyı alanlarındaki planlama sürecine ilişkin bu tavır, fiziki planlama konusunda yerel yönetimlerin etkin olmasının öngören 5393 sayılı Belediye Yasası, 5216 sayılı Büyükşehir Belediye Yasası ile de çelişmektedir. Tasarıda öngörülen değişikliklerle yerel yönetimlerin planlama etkinliği azaltılmakta, yörenin sahibinin, sahip olduğu yöreye ilişkin öngörülerinin dikkate alınmadığı bir model oluşturulmak istenmektedir.

     

    Ek 3. Madde hükmü ile kıyı kenar çizgisi tespiti sonucu kıyıda kalan özel mülkiyete konu arsa ve arazilerin imar kanununun 18. maddesi uyarınca yapılacak arsa ve arazi düzenlenmesi tabi tutulacağı görülmektedir. Ancak, imar Kanununun 18. maddesi uyarınca yapılacak arsa ve arazi düzenlemeleri uygulama imar planı sınırları içinde yapılacak bir düzenleme olup, imar planı sınırları içinde olmayan bir alanın bu düzenlemeye dahil edilmesi olanaklı görülmemektedir.

    III. 2.6. Yatırımcıya Yönelik:

    Kıyı yasa tasarısı, mevcut yasada olmayan “Yatırımcı” tanımını getirmiştir (m.3). Bu yeni tanım, kıyılarda yatırım yapılmasını teşvik eden ve bu yatırımların büyük boyutlu olmasını öngören bir anlayışı çağrıştırmaktadır. Çeşitli yaptırımlar bulunmakla beraber kıyıların yasa dışı kullanımlarının önüne geçilememişken, bu kez kullanıcıyı yatırımcı olarak tanımlamak, kıyılarda yatırım amacıyla yapılacak yapıların amacı dışında kullanılıp kullanılmadığını denetlemek yeni sorunlar yaratabilecektir.

    Yasa tasarısının en ilgi çeken bölümlerinden bir tanesi kıyılardaki imar planlarının yatırımcı tarafından hazırlanması ve Bayındırlık ve İskân Bakanlığına sunulmasıdır (m.8). Tasarının 6. maddesinde altyapı ve tesislerin niteliği “kıyıyı korumak amacına yönelik” ve “kamu yararı kullanımına yönelik” olarak iki ana başlıkta değerlendirilmiştir. Kıyılar için hazırlanacak imar planları da ana hatları ile bu kullanımları içerecektir. Bu planların merkezi yönetim ve / ya da yerel yönetimler tarafından değil, yatırımcı tarafından yaptırılması yönteminin yeğlenmesi, büyük alanların bir paket proje halinde bir yatırımcıya verileceği, getirilecek kararların yatırımcı “takdiri” ile biçimleneceğinin bilindiği anlamına gelmektedir. Herhangi bir yatırımcının kendi kullanmayacağı yeri planlamayacağı, bir plan hazırlama sürecinin ise uzun ve zahmetli olduğu düşünüldüğünde:

    - Yatırımcının ilgileneceği alanlar büyük alanlar olacak ve tekelleşme başlayabilecektir,

    - Yatırımcı doğal olarak ekonomik olabilirliğini uygun gördüğü bir yatırım yapacaktır. Bu yatırım yaklaşımı, kıyıların ve su alanlarının korunması gerekli nitelikleri ile ne ölçüde bağdaşacaktır?

    - Planların yapımının girişimcilere bırakılması, planların ya da planlara bağlı olarak üretilecek projelerin kamusal ve mesleki denetiminde sorun yaratabilecektir.

    III. 2.7. Geçmişteki Olumsuzlukların Meşrulaştırılmasına Yönelik:

    Kıyılar gibi çok duyarlı ve kamu yararına kullanım ve düzenlenmesi esas olan alanlarda, daha önceki yıllarda değişik mevzuata göre oluşmuş düzenleme ve yapılaşmaların ciddi olarak irdelenmesi, kişi ve kuruluşların meşru haklarının saptanması ve verilecek yeni haklar konusunda titiz ve cimri davranılması gerekir.

    Tasarının geçici 1. maddesi, imar planı bulunmayan alanlarda daha önce mevzuata uygun yapılmış yapı ve tesisleri doğru bir referans olarak kabul ederek yeni planların bu referanslara göre (yani yapı ve tesislerin cephe hatları sahil şeridi kabul edilerek) düzenlenmesini öngörmektedir. Mevcut hakların korunması kabul edilebilirse de, yeni hakların eski düzeylere çekilmesi doğru bulunmamaktadır. Bu davranış sahil şeritlerini daraltarak kamuya açık kullanım alanlarını azaltmakta; 50 metrelik, 100 metrelik yaklaşma sınırları koyarak, bir dönemde mevzuata uygun yapıların bu sınırlar içinde tekrar yapılmamasını öngören temel politikayı göz ardı etmektedir. Bu davranışın da meşruiyeti tartışılmalıdır.

    Ek Madde 4 ise, olumsuzluğu meşru hale getirme çabasını bir adım daha ileri götürmüş, 1992 yılından önce neredeyse hangi koşula bağlı (ya da bağlı olmayarak) olursa olsun oluşmuş yapı ve tesisleri sahil şeridinin belirlenmesinde referans olarak vermiştir. Bu yaklaşımla imar planı bulunmayan alanlar kısmi yapılaşmaya içine sokulmakta, sahil şeridi yine kamu zararına olarak daraltılmakta ve bir “örtülü af” getirilmek istenmektedir.

    III.2.8. Akçalı Konulara yönelik

    Yasa tasarısında kıyıda kalan özel mülkiyete konu arazilerin kamulaştırılması amacıyla emlak vergisinin % 5’inin “Kıyının Korunmasına Katkı Payı” olarak ayrılması öngörülmüştür. Ek Madde: 3’te ise konu daha da ilginç bir boyut kazanmış ve özel mülkiyete konu arazilerin kamulaştırma bedellerinin bu kez yatırımcı tarafından karşılanması öngörülmüştür.

    Kıyılardaki özel arazilerini satmayan ya da kendisi değerlendirmek isteyen vatandaşları “yatırımcı çıkarı adına cezalandırmak” anlamına geldiğini düşündüğümüz bu kuralın sürdürülebilirliği ve meşruiyeti tartışılmalıdır.

    Mülk sahipleri için öngörülen bu yaklaşım bir başka boyutu ile 5366 sayılı “Yıpranan Tarihî ve Kültürel Taşınmaz Varlıkların Yenilenerek Korunması ve Yaşatılarak Kullanılması Hakkında Kanun”da da yer almıştır. Bilindiği gibi bu yasa kent ve kasabalarımızda yıpranan ve özelliğini kaybetmeye yüz tutmuş sit alanlarında bölgenin gelişimine uygun olarak yeniden inşa ve restore edilerek, bu bölgelerde konut, ticaret, kültür, turizm ve sosyal donatı alanları oluşturulmasını, tarihî ve kültürel taşınmaz varlıkların yenilenerek korunması ve yaşatılarak kullanılmasını öngörmüştür. Yasa sürece ilişkin tüm yetkileri Belediyelere vermektedir. Yenileme alanında üzerinde yapı bulunan parsellerde yapısı aynen korunacak nitelikte olan yapıların malikleri, projenin bütünlüğünü bozmamak, belediyece kabul edilen projeye bağlı kalmak, il özel idaresi ve belediyenin belirleyeceği amaçta kullanılmak, yapısı ile ilgili uygulamaya belediyenin projesi ile eş zamanlı başlamak ve tamamlamak koşulları ile yapılarının sahipliliğini sürdürebileceklerdir. Aksi takdirde taşınmazları kamulaştırılacaktır. Görüldüğü gibi bu yasanın yaklaşımı da “ya dediğimi yap ya da git” üzerine kurgulanmakta, çeşitli nedenlere bağlı olarak Belediye’nin öngördüğü onarım ve yeni kullanım eylemine katılmayanları ya da katılmak istemeyenleri, yapısından ve çevresinden (olasılıkla yeni hak ve rantlar yaratmak için)  kopartmaktadır.

    IV. GENEL DEĞERLENDİRME

    Yasa tasarısının satırları ve satır araları okunarak şu genel değerlendirme yapılabilir:

    - Tasarıda doğanın koruma / kullanma dengelerini bozabilecek ve tümünün kamu yararına olduğundan kaygı duyulan kullanımlar öngören bir yaklaşım sergilenmiştir.

    - Mimarlar Odası’nın Kıyı Yasasında öngörülen değişikliklere ilişkin olarak yaptığı 30.03.2006 tarihinde basına ve kamuoyuna yaptığı açıklamada da yer aldığı gibi, tasarıda örneğin “kıyı kent ve kasabalarımızda deniz yaşamı ve kültürünün geliştirilmesi”, “plajların sağlıklaştırılması”, “amatör balıkçılığın teşviki ve düzenlenmesi” gibi toplumu daha mutlu kılacak hükümler yer almazken ya da yeni yasal düzenlemeler gündeme gelmezken, getirilen önerilerin ilave imar ve yapılaşma hakları yönünde olduğu izlenmektedir.

    - Yine aynı açıklamada yer aldığı gibi, kıyı dolgularının özendirilmesi de yeni rantların yaratılmasında araç olarak kullanılmak istenmektedir.

    - Kıyılarımızdan olasılıkla potansiyellerinin üzerinde bir şeyler beklenmektedir,

    - “Büyük ölçekli”, “organize”, mevcut bürokrasiyi (!) en aza indiren ve bu yönüyle yabancı yatırımcıların ilgisini çekebilecek bir oluşum tasarlandığı düşünülmektedir. İmar planının yatırımcı tarafından yapıldığı, içinde hava alanı ve terminalin dahi yer alabildiği bir kıyı kullanımı için büyük özel girişimcilerin teşvik edildiği anlaşılmaktadır. İmar planlarının yatırımcı tarafından yaptırılması, bu süreçte yerel yönetimlerin devre dışı bırakılmaları bu kanımızı haklı gösteren hususlardır.

    Teknik ayrıntılara inildiğinde başka eleştirilerin de yapılabileceği yasa tasarısını olumlu olarak nitelendirilmek olanaksızdır. Bu nedenle “koruma”, kamu yararı” , “meşruiyet”, gibi temel ve vazgeçilemez kavramlarla barışık ve bağdaşık bir tasarının oluşması için tartışmaların değişik platformlarda sürdürülmesi zorunlu görülmektedir.

     

     

     

     

     

     

     

     

     

     

     

     

    Bu icerik 1452 defa görüntülenmiştir.