TMMOB Mimarlar Odası, 2007 Genel Seçimleri nedeniyle, toplumsal-kültürel yaşamın önemli bir öğesi olan mimarlığın sorumlulukları çerçevesinde, dünyamız, ülkemiz ve mesleğimizin geleceğine ilişkin endişelerini, politika ve önerilerini, ülke yönetimine talip olanlara ve kamuoyuna iletmek üzere aşağıdaki raporu hazırladı.
GİRİŞ
Cumhurbaşkanlığı seçimleri ile birlikte açığa çıkan siyasal krizin, ülkemizi yaşadığımız erken genel seçim sürecine yönlendirdiği bilinmektedir. Bugünler, aynı zamanda yıllardır küresel güçlerce yönlendirilmiş politikalarla sindirilmiş bir toplumun kendi değerlerine sahip çıkma arayışında olduğu ve demokrasi güçlerinin isteklerini daha güçlü dile getirdiği, seslerini yükselttikleri günler olarak da önem kazanıyor.
Mimarlar Odası, kuruluşundan itibaren kamu ve toplum yararına sorumluluğunu yerine getirmeye çalışan bir toplumsal kuruluş olarak, içinde bulunduğumuz kriz ortamından endişe duymakta; yerel değerlerle evrensel değerleri birlikte ele alan ve yorumlayan bir mesleğin örgütü olarak, tüm yaşamsal ve kültürel kaynaklarımızın geleceğinin Cumhuriyet değerleriyle demokratik değerlerin buluşmasından geçtiğini bilmektedir. Bu çerçevede “Cumhuriyet ve demokrasi değerlerine birlikte sahip çıkmak” tüm siyasi programların temeli olmalı, toplum bu eksende bir taraflaşmaya ve parçalanmaya değil, bu değerleri buluşturacak bir bütünlüğe yönlendirilmelidir.
Öncelikle belirtmeliyiz ki sıradan bir seçim süreci olarak algılamadığımız, ülkemizin geleceğine ilişkin yoğun siyasi tartışmaların yaşandığı bugünler, toplumsal muhalefeti sindirmeye yönelik oluşturulan 12 Eylül hukukunun sorgulanması açısından da oldukça önemli günlerdir. 1980’lerde küresel kapitalizmin dayattığı neo-liberal politikaların ülkemiz insanına kabul ettirilmesini amaçlayan bu müdahalenin yarattığı ekonomik-toplumsal-kültürel ve siyasi ortamın, gerek devlet yapılanması ve sosyal devletten uzaklaşılması, gerekse muhalefete izin vermeyen seçim sistem ve mekanizmalarıyla bugünkü siyasal krizin asıl sorumlusu olduğunun altının çizilmesi gerekir.
Özgürlükçü, çoğulcu, barışçı, demokratik, laik ve sosyal hukuk devleti anlayışı ortak paydasında, hukukun evrensel ilkeleri ve değerleri ile örülmüş yeni bir anayasanın hazırlanmasının; buna bağlı olarak seçim barajlarının kaldırılarak toplumun bütün kesimlerinin siyasal temsiline olanak tanıyan bir seçim yasasının benimsenmesinin öncelikli hedefler olduğunu düşünüyoruz. Temsili demokrasinin katılımcı demokrasiye evrilmesi, katılımcılığın teşvik edilmesi, seçenlerin seçilenleri izlemesi, denetlemesi ve uyarmasını olanaklı kılacak mekanizmaların oluşturulması, demokrasinin sağlıklı bir işlerliğe kavuşması için gerekli açılımlardır.
Ancak biliyoruz ki sorunlarımız yalnızca yaşadığımız siyasal krizle sınırlı değildir. Giderek tüm dünyayı içine alan çevre sorunları ve iklim değişikliği, enerji krizi, savaşlar, afetler, yoksulluk ve barınaksızlık, göç, eşitsiz gelişme gibi yaşadığımız küresel sorunların yanı sıra dünya çapında kültürel gelişme, demokrasi ve yaşanılabilir bir gelecek bağlamında sürdürülen diğer tartışmalar, insani sorumluluklarımız yanında insan için çevre oluşturan bir mesleğin mensupları olarak mesleki sorumluluklarımızı da gündeme getirmekte, toplumsal duyarlılığımızı ve sorumluluğumuzu artırmakta, dünya, ülke ve mimarlığın geleceğine ilişkin politik bir yaklaşım ve tutum almamızı haklı kılmaktadır. Bu yaklaşımın temelinde kuşkusuz tüm yaşamsal değerlerimizle birlikte mimarlık kültürü ve mesleğinin etkinliğini artırmak , toplum için vazgeçilmezliğini bir kez daha vurgulamak çabası bulunmaktadır. Bu bağlamda mevcut kentleşme ve yapı kültürümüzü biçimlendiren sorunların yapısal nedenlerini, çözüm yollarını, politika ve araçlarıyla birlikte bir bütün olarak ortaya koyma çabamızı sürdürmekteyiz.
TEMEL SAPTAMALAR VE ÖNERMELERİMİZ
TMMOB Mimarlar Odası yaşadığımız dünya ve ülkemize ilişkin şu temel saptamaları ve önermeleri gündeme sunmaktadır:
Politik Durum
Küresel dünyanın bugünü, tek kutuplu ancak çok çelişkili bir biçim kazanmıştır ve ülkemizin bulunduğu coğrafyadaki gerilimler dinamik gelişmeyi engellemektedir. Enerji havzalarının kontrolüne dayalı gelişmeler, bir yandan güvenlik senaryolu gerilim modellerine, bu güç politikalarının yıkıcı niteliğine karşı direnişi, diğer yandan ikiyüzlü ve eşitsiz ekonomik bütünleşme modellerinin sorgulanmasını gerektirmektedir.
Bölgemiz coğrafyası üzerinde oynanan oyunların yaygınlaşma eğilimi göstermesi ve ülkemizi de kaos ortamına sürükleyecek gelişmelerin olması kaygı vericidir. ABD ve koalisyon güçleri, Irak’ta yaşadığı çözümsüzlüğü aşmak için ülkemizi de ortak edecek biçimde yeni stratejiler geliştirmektedir. Terör ve çatışma ortamı yaratılarak beslenen bu süreçte, Güneydoğu’dan her gün gelen çatışma haberleri yürekleri yakmakta, çeşitli kentlerimizde gerçekleştirilen bombalı eylemlerle terörün büyük kentlerde yeni bir aşamaya geçtiği görülmektedir. Uluslararası hukuku hiçe sayarak yürütülen savaş politikalarının, bağımsızlığımızı zedeleyecek biçimde sürdürüldüğü bu yeni aşamada, ülke olarak sağduyuyu kaybetmememiz gerekmektedir. Sonuçları itibariyle ülkemiz insanının ve insanlığın ortak geleceğine ilişkin umutlarının kaybolması tehlikesiyle karşı karşıyayız.
İnsanları, kültürleri ve kentleri yok eden bu gelişmeler karşısında, barışın, kültürün ve insanın uygarca yaşamının ön plana çıktığı bir dünyanın biçimlenmesini, mimarlık toplumunun temel sorumlulukları arasında gören Mimarlar Odası, ülkemizin uluslararası hukuka saygıyı esas alan, bu hukukun geliştirilmesini öne çıkaran bir bakışla Ortadoğu sorununa yaklaşım getirilmesini öngörmekte, uluslararası güçlerin izlediği gerilim politikalarına teslim olunmamasını dilemektedir.
Etrafımızdaki ateş çemberinin kültürel bağlar açısından da ülkemizi oldukça zorladığı bir dönemdeyiz. Kimilerince “medeniyetler çatışması” olarak nitelenen bu gelişmelerin merkezinde kalan ülkemiz, ikili yapısı gereği bir diğer yandan da Avrupa Birliği (AB) üyelik sürecindedir. Giderek derinleşen ekonomik ve yönetimsel krizlerle boğuşan dünyamızda bölgesel birliklerin rolü artmış; ancak kapitalizmin kendi iç çelişkileri nedeniyle birlikler, ortaklık zemini oluşturmaktan çok, eşitsiz gelişmenin ve dünya egemenlik savaşının yeni araçları haline getirilmiştir. AB içindeki dengelerin bu çerçevede hızla değiştiği anlaşılmakta, AB’nin yönetme, iç pazar oluşumu ve büyüme stratejisi bu anlamda yeniden ele alınmaktadır. Bu kapsamda ülkemiz, eşit ortalık hedefinden uzaklaştırılmakta; AB politikasını yalnızca iç siyaset malzemesi olarak gördüğü için müzakere yeteneği kazanamayan iktidarlar bu süreci kolaylaştırmaktadır.
Gerek AB, gerek Dünya Ticaret Örgütü (DTÖ) sermaye hareketleri ve hizmet ticaretinin serbestleşmesini içeren politikaları, uluslararası hukuk adı altında dayatmaya çalışmaktadır. Dünya ekonomik sistemini belirleyen diğer kurumlar olan Dünya Bankası ve IMF ile sürdürülen ekonomik politikalar, kaynaklarımızın etkin kullanımını azaltmakta ve giderek daha çok bağımlı hale gelmemize yol açmakta, bizi kendi kaynaklarımızı bilemez ve yönlendiremez hale getirmektedir.
Dünyamız, çevre boyutuyla da bir çıkmazın içindedir. Yerkürenin geleceği küresel iklim değişikliğine bağlı senaryoların doğru okunmasına bağlıdır. Yaşam alanlarımızı tehdit eden küresel iklim değişikliğinin insan eliyle olduğunun bilimsel otoritelerce de kabul edildiği bugünlerde, ülkemizi yönetenler dahil bazı ülke yöneticileri bu gerçeği algılamaktan uzak görünmektedir. Diğer yandan eko-sistem tartışmalarının, yapısal bir değişim yaratmak yerine, “çevreci” olarak nitelenen teknolojik çözümlerle yeni tüketim alanları oluşturduğunu gözlüyoruz.
Çevre Sorunları
Sanayileşme, teknolojik değişme, hızlı nüfus artışı ve bunun sonuçlarından biri olarak hızlı kentleşme, enerji üretimine yönelik kaynak kullanma vb. girdileri arttırmış ve bugün insanlık kendi yaşamını tehdit etmeye başlamıştır. Kutup bölgelerinde, iklim değişmelerinden kaynaklanan olgular, tüm dünyayı yakından ilgilendirmekte ve bütün dünyanın iklim değişikliği sürecini hızlandırmaktadır. Tüm göstergeler, küresel iklim değişikliğine karşı gerekli önlemlerin tüm ülkeler tarafından ivedilikle alınmasını zorunlu kılmaktadır. 2007 Dünya Çevre Günü gündeminin Birleşmiş Milletler tarafından da “İklim Değişikliği” üzerine odaklanması, sorunun ciddiyetini göstermektedir.
Toplam emisyona katkı açısından dünya sıralamasında en başlarda olmamasına karşın, emisyonun artış hızı açısından başta gelen ve açıkça çölleşme tehdidini doğrudan yaşayan bir coğrafyada olan ülkemiz; yapılması gerekenler açısından güncel değerini yitirmiş Kyoto Sözleşmesini bile imzalamıyor, hızlı kentleşme, fosil yakıta bağımlı enerji ve ulaştırma politikalarını uygulamaya devam ediyor.
Mimarlar Odası, artık geri dönülmez bir aşamaya gelmek üzere olan iklim değişikliği olgusunun tüm kesimlerce, ancak özellikle dünya ekonomik sistemini belirleyen, yöneten güçlerce daha fazla zaman kaybetmeden ciddi önlemler alınması gerektiğini hatırlatmaktadır. Ülkemiz de bu gerçeği ciddiye alan uygulamalara geçmeli, “Kyoto Protokolü” dahil bütün gereklilikleri yerine getirmeli; enerji politikalarını fosil yakıta ve nükleer enerjiye değil, yenilenebilir kaynaklara göre oluşturmalıdır.
Mimarlık ürünlerinin oluşumu sürecinde; ekolojik planlama, enerji sakınımı, ekolojik mimarlık, çevre dostu yapı gibi kavramların sözde kalmayıp uygulamada etkin olarak yer alması, mimari tasarımların çevreye duyarlı olarak gerçekleştirilmesi, yapı üretim süreçlerinde küresel iklim değişikliğini önleyecek malzeme ve teknolojilere öncelik verilmesi tartışmasız benimsenmesi gerekli konular olarak değerlendirilmektedir. Uluslararası Mimarlar Birliği (UIA) 2007 yılı Dünya Mimarlık Günü temasını “sıfır emisyonlu mimarlığı aktarmak” olarak belirlemiş ve bu temanın işlenmesini önermiştir. Önümüzdeki dönemde küresel çevre konularının daha sık gündemimize gelmesi; konunun meslektaşlarımızca içselleştirilmesi; çevreye daha duyarlı bir mimarlığın yapılabilirliğinin tartışılması; bu tartışma sonuçlarının mimarlık pratiğimize, günlük yaşamımıza yansıması; meslek uygulamalarına, imar ve çevre mevzuatına, yönetmeliklerimize girmesi kaçınılmazdır.
Konunun her ölçek ve düzeydeki eğitim kademelerinde ve özellikle mimarlık okullarında ele alınmasının hızlandırılması, araştırma desteğinin artırılmasının, sorunu tanımlamayı, çözümler üretmeyi ve toplumla paylaşımı kolaylaştırılacağını düşünen Mimarlar Odası, yapıların çevreye olan etkilerinin değerlendirilmesi ve denetlenmesi süreçlerinde meslek odalarının da etkin bir rol üstlenebileceğini düşünmekte, “yapılı çevre üretimine ilişkin düzenlemelerde çevre sorunlarına” ağırlık verilmesi gerektiğini vurgulamaktadır. Çevresel etki değerlendirmesi kavram ve süreçlerinin yapılı çevreyi de kapsaması, tasarımların çevre değerleriyle ilişkilerinin bu süreç kullanılarak irdelenmesi de Mimarlar Odasının benimsediği bir diğer mekanizmadır.
Planlama
1950’li yıllardan itibaren seçilen bağımlı kalkınma politikalarının etkisiyle yaşanan kentlere göç sürecinde kentlileşme hızı, kentleşme hızına ayak uyduramamış; plansızlık, kaçak yapılaşma, gecekondulaşma süreci, bir kimlik kaybı içinde kentsel dokunun, tarihsel mirasın ve doğal çevrenin ve bu çevreler içinde süregelen yaşamın olumsuz değişimine ve giderek bozulmasına neden olmuştur. Bu sorunlar, tutarsız siyasal yaklaşımlarla birleşerek daha da büyümüştür ve halen büyümeye devam etmektedir.
Mimarlar Odası ve bilimsel çevrelerin yıllardır “Ülke Fiziki Planı” ve “Bölge Planları” oluşumu doğrultusunda sürdürdüğü çabaya rağmen, plansızlık kamu gücünü elinde bulunduranlar tarafından tercih edilmiştir. Geçmişte olduğu gibi bugün de ülkemize ciddi bir planlama karmaşası yaşatmaktadır. Bugün ülkemizde pek çok kurumun, kendi görev tanımından kaynaklanan planlama ve plan onama yetkisi bulunmaktadır. Buna karşın bu kurumların planlama bütünlüğü açısından birbiriyle ilişkisi yeterince tanımlanmadığı gibi, farklı kurumlarca “eş zamanlı” ve birbirlerinden bağımsız sürdürülmekte olan farklı ölçeklerdeki planlar arasındaki eşgüdüm kopukluğu ciddi boyutlara ulaşmaktadır. Diğer taraftan bölge plan kavramı unutturularak AB’ye endeksli kalkınma ajanslarıyla ülke bölgelendirilmeye çalışılmakta, kasıtlı bir üst plan karmaşası yaratılmaktadır. Bir diğer yandan da bölge planı niteliğinde hazırlanan İstanbul Metropolitan Planı’yla da başka bir hukuksuzluk zemini oluşturulmaktadır.
Planlama açısından önemli bir veri olan temel ulaşım kararlarının; birçok etkenle birlikte küresel iklim değişikliği etkenini gözetecek biçimde yenilenmesi, karayollarına yani fosil yakıta dayalı değil, raylı-toplu taşıma bağlamında oluşturulması zorunluluk kazanmaktadır. Arazi kullanım kararlarının da aynı yaklaşım bağlamında enerji sakınımı ve yenilenmesine kaynaklık edebilecek biçimde oluşturulması gerekecektir.
Bu nedenler; planlamanın temel ve değişmez kuralı olan, üst ölçek-alt ölçek arasındaki hiyerarşinin sağlanması yönünde ivedi önlemler alınmasını, her kurumun yeni bir plan tanımı getirmemesini, eşgüdümün etkin olarak sağlanmasını zorunlu kılmaktadır. Yerleşmelerin, ülke coğrafyasına dengeli biçimde dağılımını sağlayan, tüm değerlerle birlikte kültürel ve doğal değerlerin tahribatını önlemeyi öngören giderek yaşanmaz hale gelen kentlerin büyüme hızını kontrol altına almayı hedefleyen çağdaş-bilimsel anlamda planlama yaklaşımı esas alınmalı, bakanlıklar ve kurumlar arası yetki karmaşasına son verilerek “planlama sürecinin bütünlüğünü sağlayacak merkezî bir kurumsal yapı oluşturmak için düzenlemeler” yapılmalı, tüm birikim bu amaçla seferber edilmelidir.
Kentsel Dönüşüm
Ayrıca küresel sermayenin yönlendirdiği dönüşüm adı altındaki imar operasyonları ile kentlerimiz, yaşam alanlarımız ciddi tehdit altındadır. Kentsel dönüşüm projeleri olarak sunulan bu projelerle, açıkça yüzergezer dünya sermayesinin kentlere çekilmesi amaçlanmakta, kentler bu anlamda birbirleriyle yarıştırılmaktadır.Yaşayanların tasfiyesini ve mülklerin hızla el değiştirmesini öngören bu yaklaşımla kentsel projeler, yerel yağma güçlerinin de katılımıyla yeni yoksullaşma-zenginleşme biçiminin de kaynağı haline getirilmek istenmektedir. Fiziksel bir değişim aracı olmaktan çok, kalkınma-gelişme politikaları varsayımları açısından da bağımlılığı güçlendiren bu süreç, kentlerimizin ve ülkemizin bütün değerlerinin yok olmasına, yabancılaştırılmasına neden olabilecek bir varlıksızlaştırma sürecini öngörmektedir.
Özellikle kentsel yenileme eylemlerinin, herhangi bir üst plan belgesine bağlı olmadan yapı ölçeğindeki projelerle yürütülmek istenmesi, bilimsel kuralları ve kamu yararını gözardı eden yaklaşımın tipik göstergesidir. Mimarlar Odası, kentsel projelerin, insanı odağına alan, katılımcı ve şeffaf süreçlerle gerçekleştirilen, kamu yararını ön planda tutan, doğru ve güvenilir bulgular üzerine kurgulanmış, yerleşmenin diğer alanlarıyla bütünleşen bir anlayış içinde ele alınmasını öngörmektedir.
Yapılaşma ve Mimarlık
Yapılaşmaya ilişkin mevzuatımız da giderek karmaşıklaştırılmakta; yapılan sayısız yasal düzenlemelere ve yasa girişimlerine rağmen bütünsel bir mevzuat oluşumuna yönelik bir çabaya rastlanamamaktadır. Hatta bu düzenlemeler arasında, hukuk dışı olarak doğrudan idari bir uygulama niteliğinde olan hükümlerde (AKM yıkımları, Haydarpaşa, vb...) bulunabilmektedir. Yaşanılan bu kaotik ortamdan, sağlıksız ve hukuk dışı kentleşme sürecinden, mimarlığın da etkilendiği yadsınamaz. Geçmişten buyana giderek egemenliğini artıran bu yağmacı zihniyetin bir sonucu olarak mimarlık hizmeti halen ruhsat eki bürokratik bir formalite olarak görülmekte; ne yazık ki mesleki nitelik kaybını da beraberinde getirmektedir.
Tüm alanlarda olduğu gibi meslekler de küreselleşmenin etkisiyle değişmekte, mimarlık hizmet üretimi de bu süreçten etkilenmektedir. Bu dönüşüm sürecinde, mesleğin insan odaklı toplumsal işlevi ile sermaye odaklı hizmet üretimi işlevi çatışma halindedir. Mimarın karar verme sürecindeki rolünü marjinalleştiren, mesleğin kendi içinde parçalanmasına neden olan bu süreci, bütünlüklü olarak uluslararası platformlarla birlikte ele almamız gerekmektedir. Uluslararası boyutta yaşanan bu krizin sonucu olarak, halen AB sürecinde, ülkemizin tam üyelik yönünde somut bir adım atılmamasına rağmen meslek alanları yeniden düzenlenmeye çalışılmakta; yabancıların çalışma izinlerine ilişkin düzenlemelerle ortam tümüyle yabancılaştırılmak istenmektedir.
Oysa biliyoruz ki mimarlık hizmetinden yoksunluk, insani, kentsel, doğal ve tarihsel değerlerden de yoksunluktur. Toplumsal ve kültürel yönü ağır basan bir meslek olarak mimarlık, yaşadığımız sorunlara karşı çeşitli görevler üstlenme olanağına sahiptir; kültürel çeşitliliğin sürdürülmesi ve kültürlerin buluşmasında, ortak değerlerin öne çıkarılmasında, fiziksel çevrenin niteliğinin geliştirilmesinde, doğayla barışık yaşanılır yerleşmeler kurulmasında önemli rolleri bulunmaktadır. Bu rollerini yerine getirebilmesi, yönetim, hukuk ve toplumsal-kültürel anlayışlarımızdaki değişikliklere bağlıdır.
TÜRKİYE MİMARLIK POLİTİKASI’NA DOĞRU
TALEPLERİMİZ
TMMOB Mimarlar Odası Türkiye Mimarlık Politikası oluşturulması yaklaşımı temelinde şu taleplerini ülkeyi yönetme görevini üstlenmek isteyenlerin dikkatlerine sunmaktadır:
Ülkemizin yapısal bir dönüşüm yaşadığı, toprak rantı hırsının bütün dengeleri bozduğu, yaşamsal kaynakların ve kurumların hızla yok edildiği, yapılı çevre oluşumuna kaynaklık eden mevzuatın hiçbir sorgulamaya dayanmadan hızla değiştirildiği ve bütün bunların apaçık görünür hale geldiği bugünlerde ülkemize özgü bir Mimarlık Politikası oluşturmanın önemi daha da artmaktadır. Ülkemiz, şehircilik, planlama, imar ve mimarlık alanında, yetki gaspının sınırlarına gelindiği ve hiçbir disiplinin sağlanamadığı bu durumu, mutlaka değiştirmek zorundadır. Mimarlar Odası olarak, kendi alanımızdan yola çıkarak hedeflediğimiz “Türkiye Mimarlık Politikası’na Doğru” süreci, geleceğin Türkiye’sine ilişkin önemli ipuçları vermektedir. “Türkiye Mimarlık Politikası, uluslararası gelişmeler ve ülkemiz gerçekleriyle bağlantılı olarak kullanıcının, mimarlık hizmetinin ve mimarın, toplum ve kamu yararına güvenceye alınmasını hedefler” ifadesi nasıl bir ülke istediğimizin de özetidir.
Mimarlık meslek ilkelerine aykırı uygulamalarına neden olan yönetim anlayışlarına ve mimarlığa yeterli saygıyı göstermeyen siyasi tutumlara karşı, her zaman uyarılarını yaparak mücadelesini sürdüren Mimarlar Odası, 2007 genel seçimlerinde göreve talip olan ve seçimler sonrası görevi üstlenecek tüm siyasetçilerin, toplumun ve mimarlığın yararına olduğuna inandığımız aşağıdaki konulara bir kez daha dikkatlerini çekmek istiyoruz:
- Demokratik gelişmenin güvencesi olan toplumsal örgütlenmelerin sağlıklı gelişmesinin önü açılmalı, “kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarının” toplumsal etkinliği artırılmalı; Anayasa’nın 135. maddesi ivedilikle değiştirilmelidir.
Anayasanın “hukukun evrensel ilkeleri ve değerlerine” uyarlı olması için temel olgulardan biri de toplumsal denetim ve katılım mekanizmalarının geliştirilmesi ve yaygınlaştırılmasıdır. Örgütlenmelerin siyasi vesayet altında kalmadan özgürce gelişmelerini engelleyen düzenlemeler ortadan kaldırılmalı,buna bağlı olarak Anayasa’nın “kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları ve üst kuruluşlarını düzenleyen 135. maddesi değiştirilmelidir.
Bu madde Anayasa değişiklikleri kapsamında birçok kez gündeme gelen paketlerde yer almasına karşın, bütünüyle meslek örgütlerince istenen biçime getirilememiştir. Mevcut haliyle taşıdığı bazı sorunların içinde en önemlisi “kamu kurum ve kuruluşları ile kamu iktisadi teşebbüslerinde asli ve sürekli görevlerde çalışanların, meslek kuruluşlarına girme mecburiyeti aranmaz” ifadesidir. Meslek uygulamalarının önemli bir bölümünü oluşturan “kamu kurum ve kuruluşları”nda çalışanların oda üyeliğinin zorunlu hale getirilmesi ve meslek birliklerinin idari olarak daha özerk yapılar haline dönüştürülmesi, mesleki dayanışmanın, mesleki sorumluluk ve denetim sisteminin kurumlaşmasını istenen ve özlenen düzeylere taşıyacaktır.
- Planlama ve yapılaşma mevzuatında yaratılan karmaşaya son verilmeli, “İmar ve Şehircilik” kapsamında bütünsel bir temel yasa hazırlanmalıdır.
Son zamanlarda her konuda olduğu gibi, planlama ve yapılaşma mevzuatımızda da bir karmaşa yaşanmakta (Şehircilik ve İmar, Yapı Denetimi, Kentsel Dönüşüm, Kentsel Yenileme ve Yapı kanunu ile ilgili düzenlemeler bu konuda en bilinenleridir); imar veya yapılaşma bağlamındaki düzenlemeler, başka konularda yapılan düzenlemelerin içinde, hatta bazı bölgelerin imarına ilişkin düzenlemeler “torba yasalar”da özel maddelerin arasında ve kimi hallerde kasıtlı olarak yer alabilmektedir.
Yapılı çevrenin oluşumuna ilişkin değişik ölçek ve niteliklerdeki yasal düzenlemeleri parçacıl yaklaşımlarla yapmak ve sorumsuzluk zinciri yaratmak yerine bu mevzuatın tek bir yasa bütünlüğü içinde düzenlenmesi gerektiğini her ortamda dile getiren Mimarlar Odası, diğer ilgili konuların “İmar ve Şehircilik Yasası” bağlamında ele alınabileceğini düşünmektedir.
- Ülkemizde uygulanan arazi rantına dayalı sermaye birikim modeli, planlı toplumsal, kentsel gelişme, yaşam kalitesinin iyileştirilmesi ve mimarlığın etkin hale getirilmesi bağlamında en önemli engeldir, terk edilmelidir.
Tarihsel olarak kentleşmemizin “kaçak” karakterini belirleyen ve yağma boyutuna varan arazi rantı, imar afları yoluyla bütün değerleri yitirmemize yol açmakta, planlı gelişmeyi, yaşam kalitesinin iyileştirilmesini ve mimarlığın etkinliğini engellemektedir. Gündemde olan kentsel dönüşüm projeleriyle uluslararası yağmaya da açılan bu haksız sermaye birikim modeli terk edilmedikçe, sağlıklı ve esenlikli bir geleceğimiz olmayacaktır. Ekonomik sistemin arazi rantına bağlı bir gelişim göstermesinin artık engellenmesi gerektiği bilincinde olan Mimarlar Odası, plan aracıyla ya da plansız olarak, tüm toplumsal kesimlerin içine sürüklendiği bu süreçten çıkılması için, kamu denetiminin ve sosyal güvence sisteminin güçlendirilmesi ve emlak vergi denetimini artırılmasını da içeren bir dizi acil önlemler alınması gerektiğini vurgulamaktadır.
- Kentlerimizde “kentsel dönüşüm” adı altında uygulanan emlak geliştirme projeleri anlayışı terk edilmeli, tüm kentsel yenileme ve düzenlemeler, kamu ve toplum yararına yapılmalıdır.
Bugünlerde ülke gündeminde giderek bir moda haline gelen bu sorunları çözmek gerekçesiyle üretilen ve kabul ettirilmeye çalışılan parçacı emlak geliştirme projeleri, bilimsel planlama anlayışından oldukça uzaktır. Ülkemiz ve kentlerimizin tarihsel, doğal, kentsel ve mimari kaynak ve değerlerini göz ardı eden ve sonuçlarıyla bu değerleri olumsuz etkileyen bu projeler, kamu yararına olmadığı gibi yeni rant alanları oluşturmak uğruna topluma ek maliyetler yüklemektedir. Bu süreci hukukileştirmek üzere hazırlanan “Dönüşüm Alanları Hakkında Kanun” bu anlamda kentlerimizin (ülkemizin) bütün değerlerinin yok olmasına neden olabilecek bir süreci öngörmektedir. Bir organize sorumsuzluk belgesi olarak uygulamaya konan bu düzenleme derhal yürürlükten kaldırılmalıdır.
Mimarlar Odası, giderek bir yönetim kültürü haline gelen bu davranışa karşı kentsel sorunların; toplum yararını gözeten, çağdaş bilimsel planlama ilkelerini temel alan, ülkesel ve yerel kalkınma programlarıyla bütünleşmiş, nitelikli yapılı çevre üretimini hedefleyen, kimi gruplar için ayrıcalık yaratmayan, toplumsal katılımın önünü açan bir anlayışla ele alınmasını savunmakta; bütün toplumsal kesimleri, bu ilkeler çerçevesinde “ülke ve kent değerlerine sahip çıkmaya” çağırmaktadır.
- % 60-70’e varan kaçak kentleşme sürecimize ilişkin yapılacak yasal düzenlemelerde imar afları uygulamalarına artık son verilmeli; ayrıcalıklı imar hakları oluşumuna yönelik uygulamalar, “kente karşı işlenen suç” olarak yasal düzenlemelerde tanımlanmalıdır.
Kentsel alanlardaki mevcut yapıların yasal olup olmadıklarına bakılmaksızın ve yasalar karşısında suç unsuru oluşturup oluşturmadıkları önemsenmeden yapılan örtülü ya da açık imar afları ve her türlü kent suçunu yasallaştırma girişimleri, bu tür davranışları özendiriciliğini artırmasının ötesinde, hukuk devleti anlayışında ciddi tartışmalar yaratacak bir yaklaşımdır. Diğer yandan özelleştirme nedeniyle yapılan uygulamalar, TOKİ vb. planlama süreçleri, özel turizm ve kentsel dönüşüm alanları, orman yağmasına yol açan 2B ve özel orman alanları vb. yoluyla yapılan ayrıcalıklı imar alanları uygulamaları neredeyse bir yönetim kültürü haline gelmektedir. Ülkemizde sıkça yaşanan bu uygulamalar, kaçak yapıyı meşrulaştırarak demokratik değerlere güveni zedelemiş, yaşadığımız siyasal kaosu artık içinden çıkılmaz hale getirmiştir.
Ülkemiz hukuk sistemi, yapı kültürü ve mimarlığının yozlaşmasına neden olan bu süreci durdurmak için artık kararlı adımlar atılması gerektiğini sürekli olarak vurgulayan Mimarlar Odası, bu doğrultuda ülke genelinde açtığı imar davaları ile “kente karşı işlenen suçları” belgelemekte, ancak yürütmenin ve idare hukukunun çıkmazları içinde uygulamaların birçoğuna engel olamamaktadır. Mevzuatımız, uluslararası kabuller doğrultusunda “kent suçuna engel olacak” ve “kent suçunu tescil edecek” biçimde geliştirilmelidir.
- Doğal ve kültürel değerlerimizin yok olmasına neden olan uygulamalardan vazgeçilmeli; korumanın kalkınmanın ve gelişmenin en önemli bileşenlerinden biri olduğu benimsenmeli; ancak bu değerlere yalnızca ekonomik bir öge olarak bakılmamalı; birçok kentte atılan olumlu adımlar, kültürel ve mekansal politikalarla bütünleştirilmeli; değişik nedenlerle en fazla tehdit altında olan Cumhuriyet dönemi mirasının korunmasına özel önem verilmelidir.
Ülkemiz, birçok yerleşme kültürünün yeşerdiği, ürün verdiği büyük bir kaynaktır ve büyük bir mimarlık birikimine de sahiptir. Bu birikimin yanı sıra giderek artan çevre sorunları karşısında doğal değerlerimizin de korunması ve geleceğe kazandırılmasının önemi artmaktadır. Bu yönde özellikle tarihsel mirasımızın korunmasına yönelik olumlu adımlar atıldığı gözlenebilse bile, koruma, yaygın bir davranış ve yaşam biçimi haline gelememekte, bu uygulamalar çoğunlukla turizm gelişmesinin bir aracı olarak görülmektedir.
Ülkemizin geleneksel yapı stokunun, günümüz toplumunun birçok gereksinmesini karşılayabileceği; mimari mirasın kent kimliğinin en önemli girdisi olduğu; mimari, tarihî, estetik değerlerinin yanısıra işlevsel ve ekonomik değerlerinin de olduğu unutulmamalıdır.
Temel görevimizin, geçmişle bağlarımızı sağlayan en somut öğeler olan kültürel mirasımızı bizden sonraki nesillere iletmek olduğu bilinmelidir.
Ancak izlemekte olduğumuz özelleştirme ve dönüşüm kapsamındaki doğal ve tarihsel rezervlere yönelik uygulamalar, Dünya Miras Listesi’nde yer alan İstanbul’un, “tehdit altındaki kültürel miras listesine” alınması, Cumhuriyet dönemi mimari mirasının özellikle imar uygulamaları uğruna acımasızca tüketilmesi, orman alanlarına yönelik imar uygulamaları, Karadeniz Sahil Yolu örneğinde gördüğümüz doğal kıyı ve yeşil alan tahribatları örneklerinde olduğu gibi giderek bu değerlerimizi kaybetmek tehlikesiyle karşı karşıyayız. Bu uygulamalardan derhal vazgeçilmeli; kültürel varlıkların, yok olduklarında yerlerine yenisi konamayan bir yapıda oldukları; doğal kaynak kullanım ilkelerine önem verilmediği takdirde doğal değerlerimizin de tükeneceği unutulmamalıdır. Bu saptamalar bütün değerlerimizi gözeten bir anlayışla yapılacak koruma-yaşatma amaçlı uygulamaların hayata geçirilmesi gerektiğini açıkça ortaya koymaktadır.
Tarihsel ve doğal güzelliklerin, korunması ve yaşatılması için, bilimsel esaslara dayalı olarak kurumsal yapılanmalar oluşturulmalı, “koruma kurul yapıları gözden geçirilerek özerkleştirilmeli”, kurullara yönelik müdahalelerden vazgeçilmelidir. Ayrıca ülkenin sanat ve kültür birikimi bağlamında “Cumhuriyet Dönemi dahil bütün mimarlık mirasının envanterinin çıkartılıp tescil edilerek, koruma altına alınması, korumanın yasal, örgütsel ve mali araçlarının yeterli düzeylere getirilmesi, bugünün mimarlık eserlerine de geleceğe bırakılacak miras olarak bakılması” gündemde öncelikli olarak yer almalıdır.
- Kaçak kentleşmenin yarattığı yanlış imar ve şehircilik uygulamalarının sonucu olduğu açıkça görülen afetlerin yıkıcı etkisi karşısında, bir afetler ülkesi olan ülkemizin kamu yöneticileri, bu sonucu değiştirecek ciddi önlemler almak zorundadır.
1999 depremlerinden bu yana pek çok kez dile getirildiği gibi depremlerin afet boyutunda yaşanmaması, son derece güvensiz yapılardan oluşan kentlerimizin sağlıklaştırılması için, kalıcı bir planlama sürecine ihtiyacımız vardır. Depremi beklemek ve deprem hasarlarının ulusça paylaşılmasının örgütlenmesini değil; deprem riskinin azaltılması, depremden kaynaklanabilecek yıkımların önlenmesi için elimizden gelenin yapılmasını, ülke kaynaklarının bu yönde harcanmasını gerekli görüyoruz. Ancak aradan geçen sürede somut bir yol alınmamış, yalnızca kentsel dönüşüm amaçlı düzenleme için afet gerekçesi öne sürülmüştür.
Bu amaçla, 2007 başında nedensiz lağvedilen “Ulusal Deprem Konseyi” benzeri bir yapılanmanın yeniden oluşturulması, Türkiye Afet Yönetim Koordinasyonunun sağlıklı bir yapıya kavuşturulması, Afet Şuralarının aldığı kararların uygulamaya konulması ve “özellikle imar ve şehircilikle ilgili konuların disipline edilmesi” temel beklentilerimizdir.
- Ülkemizin öncelikli beklentisi; kaçak ve denetimsiz inşa edilmiş yapılardan oluşan kentsel yerleşimlerde ivedi önlem olarak, kentsel dönüşüm değil, afetlerin göz önüne alındığı kentsel yenileme ve sağlıklaştırma planları ve uygulamalarının gerçekleştirilmesidir.
Kentlerimizdeki, yapı stokunun son derece sağlıksız olduğunu ve bazı binaların yıkılması için deprem olmasının gerekmediğini, yaşadığımız yıkım örnekleri de göstermektedir. Ayrıca deprem bölgelerinde geçmiş depremlerde hasar görmeyen birçok binanın, yaşadıkları depremin gücü oranında yara aldığını söyleyebiliriz. Hasarlı yapıların da sahiplerince teknik ve hukuk zorlanarak ayakta tutulmaya çalışıldığı görülmektedir ve bu yapılarda oturanların can güvenlikleri ciddi tehdit altındadır. Ayrıca, yerleşme boyutunda, altyapı, erişebilirlik, açık alan ihtiyacı gibi birçok sorun bulunmaktadır.
Mevcut stokun yenilenmesi uygulamaları yerine TOKİ aracılığıyla değerli araziler üzerine lüks konutların yapılması yönündeki gayretler, kent merkezlerine yakın, değeri yüksek, tarihsel potansiyeli de olan bölgelerde başlayan acele kamulaştırma ve yıkım uygulamaları, insanımızı çaresiz bırakan bir belirsizlik içerisine itmektedir. Oysa depreme yönelik yatırımlar kapsamında yaratılan mali kaynakların bu bölgelerde oturan insanların sosyal sorunları ve üstlenebilecekleri mali yükümlülükler dikkate alınarak kullanılması ve değerlendirilmesi gerekmektedir. Bu kapsamda “kentsel yapı stokunun ve kentsel yaşamın korunması, sağlıklaştırılması ve yenilenmesini” öncelikli olarak gören Mimarlar Odası, bu yaklaşım doğrultusunda uygulamaların gerçekleştirilmesini önermektedir.
- 1999 depremleri sonrası uygulanmaya başlanan yapı denetim sistemine ilişkin sorunlar giderilmeli; birçok güvenlik etkeninin göz önüne alındığı yapı kalite güvencesi sistemi kurumlaştırılmalı; imar sorunları ile “İmar İhtisas Mahkemeleri” oluşturulmalıdır.
1999 yılında yaşadığımız büyük depremlerin, kentleşme, planlama ve yapılaşma süreçlerimize ilişkin birçok sorunumuzu apaçık gözler önüne serdiği bilinen bir gerçektir. Bu süreci bütünüyle ele almak yerine, yalnızca deprem etkisinin öne çıkarıldığı bir denetim sistemi olarak gündeme getirilen “yapı denetim” yasasının değiştirilmesi yeniden gündemdedir. Yapı denetimi, kamusal bir hizmet olarak şirketler eliyle değil, bu alanda yetkilendirilmiş kişisel mesleki sorumlulukla yapılmalı ve meslek odalarının denetiminde bir kurumlaşmaya dönüştürülmelidir.
Yapı denetim sistemi, yapı üretim sürecinin bütününü denetleyecek bir bakışla ele alınmalı, bu bağlamda diğer kamu denetim, mali denetim (sigorta) ve planlama süreçleriyle ilgili yasal düzenlemelerle desteklenmeli, bütün etkenleri birlikte değerlendiren, yapı norm ve standartlarına bağlı olarak “kalite güvence sistemi” oluşturulmalıdır.
1999 yılında yaşadığımız büyük depremlere neden olan sorumluların ortaya çıkarılmasını umduğumuz yargı süreci ilişkin olarak pek çok açmazın yaşandığı görülmektedir. Bu süreçte deprem yıkımının asli sorumlularının belirlenemediğini, yargılananların yeterli ve adil değerlendirme süreçleri yaşayamadığını, sonuç olarak toplum vicdanının rahatlayamadığını söyleyebiliriz. Bu anlamda yetersizliklerle birlikte kesinleşmiş birçok karar, yeniden gözden geçirilmeli ve yargının yenilenmesi yoluna gidilmelidir.
Bu anlamda daha da zaman kaybetmeden, beklenen büyük depremlerin, hayatta kalanlar açısından sağlıklı bir hukuksal statüye kavuşması, ancak daha da önemlisi depremlerin yıkıcı etkisinin azaltılması için; idarenin hukuki sorumluluklarının yargılamaya açılabilmesi ve yapı üretim sürecinin kullanıcı açısından, hukuksal garanti ve sorumluluk sistemine sahip olarak düzenlenmesi gerekmektedir. Bu kapsamda; “imarla (ve afetlerle) ilgili ihtisas mahkemelerinin oluşturulması, bilirkişiliğin kurumsallaşması, kullanımdan kaynaklanan sorunlar için teknik sorumluluğunun belirlenmesi, mesleki sorumluluk sigortası uygulamasının hayata geçirilmesi, yapı üretim süreci aktörlerinin yetki ve sorumluluklarının açıkça tanımlanması” temel önceliklerdir.
- Yapı üretim sürecinin bütününü kucaklayan ortak platformlar oluşturulmalı, ortak sorunlar kapsamında düzenleme mekanizmaları ve Ar-Ge kurumlaşması sağlanmalıdır.
Ülkemiz yapı sektörünün, kendi sorunlarını değerlendirebileceği mekanizmalara ihtiyacı artmaktadır. Gerek AB, gerek ülkemiz koşulları ile bağlantılı olarak gerekli platformlar oluşturulmalı, uluslararası hizmet ticaretinin yarattığı rekabet koşullarına direnebilecek mekanizmalar kurumsallaştırılmalıdır. Bu anlamda yapı üretim sürecimizin sistemleştirilmesi ve sorunlarının aşılabilmesi için Ar-Ge kurumlaşması sağlanmalı ve Avrupa Yapı Teknolojileri Platformları benzeri yapılanmalar oluşturulmalıdır.
Mimarlar Odası, ülkemiz için gerekliliğine inandığı Türkiye Yapı Teknolojileri Platformu oluşumu için öncülük görevini yapmıştır ve bu sürecin olgunlaşması için çaba göstermektedir. Çünkü mimarlık mesleğinin varlık nedeni, yapı kültürü ve üretimidir. “Mimarlığın yapı üretim sürecindeki yerinin kavranması, ihale sistemi, malzeme ve teknoloji, eğitim ve yönetim, şantiye güvenliği, danışmanlık, istihdam, disiplinlerarası işbirliği” konuları bu anlamda önem kazanmaktadır.
- Yapı üretim sürecinde rol alan meslekler, bilimsel olarak yeniden tanımlanmalı, mesleki yeterlilikler sistemi meslek odalarının düzenleyiciliğinde yeniden belirlenmeli, istihdam ve haklar güvenceye kavuşmalı, yabancıların çalışma izinleriyle ilgili kolaylaştırıcı düzenlemeler yerine eşitlik ve karşılıklılık esasına dayalı bir hukuk oluşturulmalıdır.
Yapı üretim süreci içinde yer alan bütün disiplinlerin, mesleklerin ve uzmanlıkların, yapı üretimine ilişkin ortak sorumluluğu vardır. Ancak ülkemizde eğitim, uzmanlaşma ve yetkilendirme süreçlerinde var olan belirsizlik, giderek meslekler arası bir pazar savaşına dönüşmektedir. Mimarlık mesleği, bu koşullarda kendi işlev ve sorumluluklarını yerine getiremez duruma düşürülmekte, bir yandan kent ve mimarlık kültürünün sorunlarıyla boğuşurken, diğer yandan “ruhsat eki proje hizmeti” ile sınırlandırılmak; yapı üretim ve tasarım sürecinin nerdeyse bütününden koparılmak istenmektedir. Mimarlar Odası bu gelişmeleri kaygı verici bulmakta, bu nedenle bilimsel girdilerin ve yaşam biçiminin hızla değişmesi nedeniyle giderek zenginleşen yapı üretim sürecinin bütünlüğünü korunması; özel yetkilendirmelerle giderek parçalanan ve işlevsizleşen “meslek standartlarının, bilimsel girdiler ve toplumsal ihtiyaçlara bağlı olarak yeniden belirlenmesi” konularının ivedilikle ele alınmasını talep etmektedir.
Meslek tanımları ve meslek içi ilişkilerin yeniden ele alınması gereken bu ortamda mimarın müelliflik ve telif haklarının korunması; tüm mimarlık alanında oluşan fikrî hakların, yasal güvenceye kavuşturulması ve geliştirilmesi özel önem taşımaktadır.
Mimarlar Odası, mimarlık eğitiminin (planlama, kentsel tasarım, peyzaj mimarlığı, içmimarlık dahil) geliştirilmesini, ülkemiz olanaklarını gözeten ve ülkemiz ihtiyaçlarına yanıt veren bir niteliğe kavuşturulmasını; bu amaca yönelik olarak eğitim süresi ve içeriğinin yeniden düzenlenmesini; ülkemiz mimarlığının özlenen düzeye ulaşmasında ve gelenekselle yoğrulmuş evrensel kalitenin yakalanmasında ön koşul olarak değerlendirmektedir. Eğitimde akreditasyon mekanizmasının işlerliğe kavuşması; sürekli mesleki gelişimin sistemli hale getirilmesi; mesleki yeterlilik sisteminin kurulup işletilmesi; mimarlık hizmetinin denetimini sağlayacak ve kullanıcı haklarını güvenceye alacak, yapı ve mesleki sorumluluk sigortasının hayata geçirilmesi ise mimarlık alanının örgütlenmesini bütünleyen ve hızla hayata geçirilmesi gereken düzenlemeler olarak görülmektedir.
Mimarın yetki kullanımını yasal bir zemine kavuşturacak bu düzenlemelerle birlikte, değişik statülerde hizmet sunan mimarların istihdamı, sosyal güvenlikleri, ücretlendirilmeleri ve hizmet sunum güvenceleri, “mimarlık mesleğinin konum ve niteliğine uygun hale getirilmeli”dir. Özellikle kamu gücünün bir bölümünün tasfiye edildiği, bir bölümünün ise yerel yönetimler aracılığı ile taşeronlara devredildiği ülkemizde, yerel yönetimlerde mimar istihdamının usul ve esaslarını yeniden belirlemek ve bu istihdamın mesleki güvencesini sağlamak kamusal bir görev haline gelmiştir ve bu konuda acil önlemler alınması gerekmektedir.
- Mimarların ve mimarlıkla ilgili kesimlerin kamusal yetki ve sorumluluklarının tanımlanmasını sağlayacak yasal düzenlemeler bağlamında hazırladığımız “Mimarlık Hakkında Kanun Tasarısı” önerimiz yasalaşmalıdır.
Mimarlık, toplumsal yaşamın ve kültürün maddi ve moral gereksinmelerine göre, yapı, toplu yapı ve kent biçimlendirmesi, tasarımı, üretimi, kullanımı ve yeniden kullanımı kolektif süreçleri ve sonuçlarını kapsayan ve güzel sanatlar ağırlıklı bir kültür faaliyetidir. Ancak mimarlığın gözetilmesi, geliştirilmesi ve hem mimarların, hem de mimarlıkla ilgili kesimlerin kamusal yetki ve sorumluluklarının tanımlanması yönünde yeterli açıklıkta ve bağlayıcı yasal kuralların bulunmaması, benzer şekilde mimarlığın çağdaş ve demokratik kurallar içinde toplum yararına bir mesleki denetimden yoksun olarak uygulanması ve meslek kuruluşunun bu yöndeki Anayasal görev ve sorumluluklarını yerine getirmeye dönük yasal güvencelerinin yeterli olmaması nedeniyle mesleğimizin uygulanmasında güçlükler yaşamaktayız. Bu gerekçe ile hazırladığımız Mimarlık Hakkında Kanun Tasarısı önerimiz, aşağıdaki hedefleri içermektedir:
- Mimarlıkla ilgili her alanda ve her türlü tasarım ve uygulamada, mimarın belirleyici ve yönlendirici misyonunun ülke düzeyinde etkin ve sorumlu kılınması,
- Mimarlığın ülke ve toplum yararıyla çevre ve kültür değerlerini gözeten bir hizmet ve uygulama süreci içinde yaşama geçirilmesinin güvenceye alınması,
- Mimarlık hizmetlerinin mesleki ilke ve hedefler ışığında çevre ve toplum çıkarları doğrultusunda verilmesi için demokratik ve bilimsel denetiminin kurumsallaştırılması,
- Mimarlıkla ilgili her alanda mesleki sorumluluk üstlenilebilmesi koşulunun yeniden belirlenerek, eğitimin ardından mesleğe hazırlık ile mesleğe kabul süreç ve kurallarına ilişkin görev ve yetkilerin düzenlenmesi,
- Mimarların mesleki haklarıyla, bu haklarının karşılığı olan kamusal ve çevreye dönük sorumluluklarını birlikte gözeten hizmet ve yükümlülük koşullarını belirleyen bir mimarlık düzenine toplumu ve bireyleri de bağımlı kılacak kuralların tanımlanması,
- Uluslararası Mimarlar Birliği (UIA) tarafından olduğu kadar, Avrupa Birliği’ne üye ülkelerin mimarlık meslek kuruluşlarının ortak örgütü olan Avrupa Mimarlar Konseyi’nce de gözetilen yukarıdaki hedeflerin, Türkiye’nin AB üyeliği uyum sürecindeki düzenlemeler bağlamında ülke mimarlığına kazandırılması,
- Bütün bu kuralların, Türkiye’de belirli sürelere ve belirli konular için hizmet vermek isteyen yabancı uyruklu mimarları ve onların işlevlerini de bağlayacak şekilde düzenlenmesi.
- Erişilebilirlik kavramı üzerinde çok yönlü durmamız gerekmekte; gerek kentsel mekânların düzenlenmesinde, gerekse yapıların tasarımında gösterilecek özen, kentsel yaşam kalitesinin yükseltilmesi için öncelikli olmak durumundadır.
Erişilebilirlik, kentsel yaşam kalitesinin yükseltilmesi kapsamında karşılaştığımız en önemli eksikliklerimizden birisi olarak önümüzde durmaktadır. Herkes için tasarımın, gerek özel mekânlarda gerekse kamusal alan düzenlemelerinde isteğe bağlı olmaktan çıkarılarak, zorunlu bir hizmet olarak yaygınlaşmasının sağlanması gerekmektedir. Sorun şüphesiz ki sadece uygun yapı malzemesinin üretilmesi değildir. Yapı ve yapılı çevre üretiminin her aşamasında iyi düşünülerek, amaca uygun olarak tasarlanmış malzemelerin bulunabilirliğinin önemi büyüktür, ancak bunların doğru bir şekilde uygulanması da önemlidir. Bu bilginin de uygulamacılar tarafından edinilmesi, denetleyenler tarafından izlenmesi, yapı üretim sürecinin olmazsa olmaz bir bileşeni olarak herkesçe benimsenmesi gerekir.
- Mimarlığın toplumla buluşması; yapı üretim sürecindeki tüm aktörlerle birlikte mimarlarla kentlilerin ortak dayanışma platformlarının ve toplumsal programların hayata geçirilmesine bağlıdır.
Giderek karmaşıklaşan kentsel yaşam ve yapılı çevre oluşumuna ilişkin eylemlerin toplumsal katılımdan bağımsız yürütülmesi, mimarlık kültürünün yaygınlaşması için gerekli olan kullanıcı niteliğinin gelişmesini engellemektedir. Mimarlık kültürü ve hizmetinin etkinliğinin artması bu anlamda toplumla doğrudan ilişkisi bulunan yerel yönetimlerin demokratikleşmesine bağlıdır. Bu kapsamda yapılı çevrenin geleceğine ve sorunlarına karşı ortak çözüm arayışına yönelik olarak, “kentlilerin, kentli kuruluşların ve toplumun tüm kesimlerinin demokratik katılımını içeren eylem programlarına” ihtiyacımız giderek artmakta ve bu programların kalıcı kurumsal yapılanmalara dönüştürülmesi için izlenen politika ve düzenlemeler önem kazanmaktadır.
- Kullanıcının, mimarlık hizmetinin ve mimarın, toplum ve kamu yararına güvenceye alınmasını hedefleyen Türkiye Mimarlık Politikası bir an önce oluşturulmalıdır.
MİMARLAR ODASI,
Toplumsal-kültürel yaşamımızda mimarlığı ve mimarlık hizmetini etkin kılmanın; mimarlığın, sanatsal, kültürel, insancıl ve işlevsel özellikleri ile toplumu ve kentleri yeniden buluşturmak ve kimlikli, uygar ve esenlikli bir gelecek yaratmak için, en güçlü güvencelerden biri olduğuna içtenlikle inanmaktadır.
MİMARLAR ODASI,
Bu buluşmayı sağlamak için, kamu yönetim politikaları ve uygulama programlarında ülke planlamasından başlayarak kent planlamanın ve mimarlığın etkisinin artırılmasına olanak sağlayacak ilkelere yer verilmesini dilemektedir. Bu ilkelerin, Avrupa Birliği’ne üyelik sürecinde olan ülkemizin, uluslararası bağlamda eşit ve karşılıklı mimarlık hizmet sunumuna da rehberlik edeceğini düşünmektedir.
MİMARLAR ODASI,
Aynı ilkeler çerçevesinde kalıcı, sürdürülebilir, kimlikli ve çağdaş bir çevrenin ülke düzeyinde temel imar ve kentleşme hedefi olmasının sağlanması ve “binlerce yıllık mimarlıklar ülkesinin yeniden mimarlıkla buluşması” için “Türkiye Mimarlık Politikası”na bir an önce ulaşılması için toplumun tüm kesimlerinin çaba göstermesini talep etmektedir.
SON SÖZ
Kuruluşundan itibaren kamu ve toplum yararına sorumluluğunu yerine getirmeye ve yön göstermeye çalışan Mimarlar Odası, önümüzdeki sürece ilişkin olarak, kent-insan odaklı politikalar oluşturma yaklaşımının ülkemizde de kabul edilmesini tartışmaya açmaktadır. Bu amaçla Mimarlar Odası, kalıcı, kimlikli ve çağdaş bir çevrenin ülke düzeyinde temel imar ve kentleşme hedefi olmasının sağlanması; “binlerce yıllık mimarlıklar ülkesinin yeniden mimarlıkla buluşması” için dünya deneyi ve ülkemize özgü koşullar gözetilerek, “Türkiye Mimarlık Politikası”na bir an önce ulaşılması gerektiğini vurgulamış ve bu saptamayı tarihsel bir çağrıya dönüştürme kararı almıştır.
Bu kararla, uluslararası hizmet ticaretinin ortak hukukunun oluşturulması adımlarının atıldığı bugünlerde, ülkemiz değerlerinin savunulması açısından mimarlık politikası oluşturmanın daha da önemli hale geldiğini düşünerek, ilgili tüm kesim ve kurumları uyarmakta ve ülke adına ortak sorumluluk üstlenmeye çağırmaktadır.
Hedefimiz, mimarlığın toplumla buluşması için temel mimarlık politikası oluşumunu amaçlayan “Türkiye Mimarlık Politikası’na Doğru” metnini, ilgili kesimlere ulaştırmak, bu metni bir süreç içinde politika-strateji belirleyen belgeler ve etik kurallarla güçlendirerek geliştirmek ve resmî bir politika belgesine ulaşmaktır.
Mimarlığın doğrudan toplum hizmetinde olacağı bir ülke ve dünya dileğiyle tüm ilgili kesimlere ve kamuoyuna saygıyla sunarız.
Bu icerik 1278 defa görüntülenmiştir.