10 Şubat 2010
Ülkemizde Uygulanan İmar Planlama Sürecinin Tarihsel Gelişimi
Türkiye’de uygulanan imar planlama süreci (dolayısı ile yapılaşma süreci) ilgili kavramların tarihsel gelişimini kısaca şöyle özetleyebiliriz:
Cumhuriyet Öncesinden 1960’a Kadar…
Cumhuriyet döneminden önce, yapılaşmayla ilgili çıkan ilk nizamname 1848 tarihli Ebniye Nizamnamesi’dir. Bu nizamname İstanbul’daki büyük yangınlar sonrasında, mahalleler bir daha topluca yangına maruz kalmasın diye çıkartılmıştır.
Cumhuriyetten sonra, 1930 yılında yürürlüğe giren 1580 sayılı Belediye Kanunu ile konut ve çevresinin bir plan yapılarak ve belediyelerin denetimine bağlı olarak yapımı anlayışı getirilmiştir. Kanun ile belediyelere konut inşa ettirmek görevi de verilmiştir.
1933 yılında, bir Alman şehrinin İmar Nizamnamesi’nden alınan 2290 sayılı “Belediye Yapı ve Yolları Kanunu” ile yapılaşma konusunda daha sıkı bir düzenlemeye gidilmiştir. Aynı yıl içinde (11.06.1933’de) 2301 sayılı Kanunla kurulan Belediyeler Bankası, belediyelere kentsel, sosyal ve teknik altyapı uygulamalarında parasal ve teknik kaynak sağlamakla yükümlendirilmiştir. Daha sonra, Belediyeler Bankası 01.06.1945 gün ve 4759 sayılı kanunla şehir, kasaba ve köylerin kuruluş ve imarı yolundaki plan ve programların gerçekleştirilmesini desteklemek amacı ile “İller Bankası”na dönüştürülmüştür.
1946 yılında ise bir konut finansman ve ihtisas bankası olarak 4947 sayılı kanunla T. Emlak Kredi Bankası kurulmuştur.
1956 yılında ise belediye sınırları içinde ve mücavir alanlarda planlama, yapılaşma, ruhsat, kontrol konularını, bütünüyle esaslara bağlayan ve bu konularda belediyelerin ve merkezi idarenin yetkilerini belirleyen 6785 sayılı “İmar Kanunu” yürürlüğe girmiştir. Bu suretle planlama ve yapılaşma esasları belirlenmiştir.
Mayıs 1958'de çıkarılan Teşkilat ve Görev Kanunu ile daha önceleri Nafıa Vekâleti, İmar Bakanlığı gibi değişik adlarla görev yapan İmar ve İskân Bakanlığı, yeniden teşkilatlandırılmış, 13.12.1983'de çıkarılan 180 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile de Bayındırlık ve İskân Bakanlığı adını almıştır.
Planlı Kalkınma Dönemi / 1960–1980 Arası…
Türkiye bugünkü anlamda Planlı Kalkınma Dönemine, 30 Eylül 1960 yılında amacı “ülke kaynaklarının verimli bir şekilde kullanılmasını ve kalkınmanın hızlandırılmasını sağlamak, ekonomik, sosyal ve kültürel kalkınmayı planlı bir şekilde yürütmek, uzun süreli kalkınma planları ile yıllık programlar hazırlamak ve bunların uygulanmasını takip etmek” olan Devlet Planlama Teşkilatı’nın (DPT) kurulmasıyla girmiştir. 1961 Anayasası ile iktisadi, sosyal ve kültürel kalkınmayı demokratik yollarla gerçekleştirmek için Kalkınma Planlarının hazırlanması hükme bağlanmıştır.
1965 yılında Milli Güvenlik Kurulu tavsiyesiyle ve Bakanlar Kurulu kararıyla, ilk önce İstanbul, Ankara, İzmir, daha sonra da Bursa, Samsun, Elazığ, Erzurum’da nazım plan büroları kurulmuştur.
1972 yılında 6785 sayılı İmar Yasası’na önemli ekler yapılmıştır. Ek 7–8 yönetmeliği diye bilinen yönetmelikle, kıyı kenar çizgisi, kıyı kenarı ve kıyı kuşağı kavramları İmar Yasası’na girmiştir. Buna karşın, kıyılarla ilgili yasa düzeyindeki ilk düzenlemenin 1990 yılında yürürlüğe girdiği görülmektedir. 1992 yılında da, Mimarlar Odası olarak yargı yoluna başvurulmasına karşın, halen yürürlükte olan ve1990 yılında çıkan yasanın ruhuna ve ilkelerine aykırı, kıyıda yapılaşmaya olanak tanıyan maddeler eklenmiştir.
Dolayısı ile bugün üzerinde tartıştığımız imar planlarının elde ediliş usullerinin 1960’lı yılların sonunda biçimlendiği belirtilmelidir. Planlama çalışması, Sosyal, Ekonomik ve Fiziksel Planlama ana başlıkları altında toplanan bir kavram olup, ülkenin kalkınma hedeflerinin belirlendiği ve bunun fiziksel mekânda dağılımlarının bütünleştirildiği bir çalışmadır. Bu nedenle planlama çalışmalarında bir hiyerarşi vardır. Bu hiyerarşide Ülke Planı, Bölge Planları, Çevre Düzeni Planları ve en altta da Yerleşmelerin Planları yer alır.
1960–1980 yılları arası Türkiye’de İmar Planı çalışmaları için bilimsel ve teknik açıdan arayışların en verimli olduğu dönemdir. O dönemde Metropol özelliği gösteren birçok kentin imar planları meslek odamızın da büyük katkıları, öncülüğü ve İller Bankası’nın aracılığı ile yarışma yoluyla elde edilmiştir. Bu yarışmalar çok önemlidir. Çünkü kentlerin planlaması konusunda bir kültür oluşturmuştur. Bu yolla elde edilen planlar, planlamayla ilgili kurum ve kuruluşların konuyla ilgili teknik elemanlarından oluşan (içinde birçok meslektaşımızın da yer aldığı), Danışma ve Denetleme Kurulları’nca incelendikten sonra Bakanlıkça onanmaktaydı. Böylece hazırlanan planlar belli bir nitelikte olmaktaydılar.
Planlamada Yerelleşme, Parçalanma ve Piyasalaşma / 1980’den Günümüze…
1980’lerle birlikte Türkiye’de liberalleşme politikalarına göre devletin yeniden yapılanması benimsenmiştir. Bunun sonucunda, imar planlamayla doğrudan ilgili Emlak Kredi Bankası, İmar İskân Bakanlığı ve Planlama İmar Genel Müdürlüğü, Arsa Ofisi, nazım plan büroları gibi kurumların tasfiyesi gündeme gelmiştir.
10.11.1985 günü yürürlüğe giren 3194 sayılı İmar Kanunu ise, o güne kadar merkezi idare elinde olan imar planı yapımı ve imar uygulamaları yetkisini, belediye ve mücavir alan sınırları içinde belediyelere, belediye ve mücavir alan sınırları dışında valiliklere vermiştir.
Bayındırlık ve İskân Bakanlığı devreden çıkıp, imar planı yapımı yetkisinin yerel idarelere devredilmesi, ilk başta olumlu bir gelişme olarak kabul görmüştür. Fakat yetkinin, yetkisiz ellere verilmesi ve bilinçli veya bilinçsiz yapılan yanlışlar için bir yaptırım gücünün olmaması, Türkiye’de yeni yeni gelişmekte olan imar planlama niteliğinin düşmesine neden olmuştur. Her ne kadar yasanın tanımlar bölümünde tanımlanmış olsa da, planlamadaki hiyerarşi kalmamış, ülke ve bölge planı gibi kavramlar kalkmış, planlama giderek parsel ölçeğinde imar haklarının belirlenmesine indirgenmiştir.
Türkiye’de hala en büyük rant, imar üzerinden sağlandığı için, imar planlarının yapımı ve onanmasında yetkisini yerel idarelere devreden Merkezi Yönetim, bu yetkiyi tekrar elde etmek için, son yıllarda çoğunluğu kamu ve toplum yararına aykırı çeşitli kanun ve kanun hükmünde kararnameler çıkarmış ve çok sayıda kurum ve kuruluş bütünlük, hiyerarşi ve yetkilendirme mekanizmaları tanımlanmadan planlama yetkisine sahip hale gelmiştir. Bunlara örnek olarak, Toplu Konut İdaresi Başkanlığı, Özelleştirme İdaresi Başkanlığı, Kültür ve Turizm Bakanlığı, Çevre ve Orman Bakanlığı, gibi kurumları verebiliriz. Böylece, kamu gücünü elinde bulunduranlar planlamada çok başlılık dönemi başlatarak, ciddi bir planlama karmaşası yaratmışlardır. Ulusal Planlama Sistemi, yeni liberal dönemin iktisadi politikalarının sonucu ve gereği olarak parçalanmıştır.
Öyle ki bir yerleşme için aynı anda birçok kurum plan hazırlar duruma gelmiştir. Hazırlanan bu planlarda da ne sınırlar, ne planın bütünlüğü, ne plan kararları birbirini tutamayabilmekte, hatta yer yer büyük çelişkilerde ortaya çıkabilmektedir.
İmar Planları, 3194 sayılı yasanın eki olan Plan Yapımına Ait Esaslara Dair Yönetmelik’te de tanımladığı gibi “insan, toplum, çevre münasebetlerinde kişi ve aile mutluluğu ile toplum hayatını yakından etkileyen fiziksel çevreyi sağlıklı bir yapıya kavuşturmak, yatırımların yer seçimlerini ve gelişme eğilimlerini yönlendirmek ve toprağın korunma, kullanma dengesini en rasyonel biçimde belirlemek üzere” 20–30 yıllık gelecekte yerleşmelerin büyümesini ve gelişmesini yönlendiren yasal belgelerdir. Planlar mevcut potansiyeller dışında olması gereken fonksiyonlar için bir yol göstericidir. Bütün bu tanımlardan da anlaşıldığı gibi, İmar Planları’nda kamu ve toplum yararının ön planda tutulmasının gerekliliği ortaya çıkmaktadır.
Ne yazık ki, son yıllarda ulusal planlama sisteminin parçalanmasına bağlı olarak, farklı kurumlarca, birbirleriyle herhangi uyarlıkları sağlanmayan planlar, genel olarak kamu ve toplum yararını gözetmeyen, büyük kentlerde, büyük kentsel rantların yaratıldığı, sermayeye hizmet eden planlar olarak karşımıza çıkmıştır.
Ayrıca son dönemde, Mimarlar Odası’nın kararlılıkla karşı çıktığı ve yargıya götürdüğü, 2B statüsündeki alanların kentsel alana dönüştürülmesine olanak sağlayan “Tapu Kanunu İle Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun” ve benzeri “Torba Yasalar” da bu tür amaçlar için çıkarılmıştır. “Yıpranan Kent Dokularının Yenilenerek Korunması ve Yaşatılarak Kullanılması” amacıyla 18 Haziran 2005’de çıkartılan Kentsel Dönüşüm Yasası da, büyük kentlerdeki gecekonduların veya eski yerleşik alanların kentsel rantlar uğruna, farklı kesimlerin eline geçmesine yol açan ve yol açacak (İstanbul Ataşehir, rezidanslar örneklerinde görüldüğü gibi), sınırlı kent toprağının rantiyeciler tarafından paylaşılması ve yüksek yoğunluklarda kullanılabilmesi için bir araç olarak kullanılmaktadır.
Mimarlar Odası’nın Planlamaya Bakışı ve İmar Davaları
Mimarlar Odası, 1960’lardan bu yana, hem planlı kalkınma arayışına katkı hem de mesleğin uygulanma koşullarının düzenlenmesi anlamında önemsediği “kamu ve toplum yararına planlama ve tasarım” anlayışının ülke bütününde yerleşmesi için yıllardır çaba göstermektedir. Bu amaçla, yarışmalar, etkinlikler, tartışma ortamları sağlamaya çalışmaktadır.
Odamız gerek genel merkez olarak, gerekse şubeler olarak, kentlerin imarı konusunda kamu ve toplum aleyhine çıkarılan Kanun, Kararname ve Yönetmelik değişikliklerine karşı tavrını koymakta ve hukuki yollara başvurmaktadır. Bu anlamda açtığı örnek davalar üzerinden ülkemiz imar ve idare hukukuna önemi katkılar kazandırmış, bugüne kadar bu konuda oldukça başarılar elde etmiş ve kamuoyu gözünde haklı bir saygınlık kazanmıştır. Yine şubeler, kendi yetki bölgelerinde yapılan her ölçekte yapılan imar planlarına katkıda bulunmak ve bu planlarda yapılan yanlışlara engel olmak için gerekli her türlü çabayı göstermektedirler.
Özellikle son dönemde tek merkezden yapıldığı çok açık belli olan, Büyükşehir Belediyelerindeki “hesapsız ve plansız, yayaları düşünmeyen, parçacı yöntemlerle yapılan ulaşım planları” için, odamız olumsuz görüşlerini bildirmesine karşın, merkezi siyasi erkin ısrarcı tutumuyla, telafisi mümkün olmayan hataların yapılmasına engel olunamamıştır.
Şubelerimiz kendi bölgelerinde, Avrupa Birliği süreci gerekçesiyle dayatılan, Çevre ve Orman Bakanlığı’nın, Türkiye’yi alt bölgelere ayırarak yaptırmış olduğu stratejik planlama denilen, ama gerçekte hiçbir stratejisi olmayan 1/100.000 ölçekli Çevre Düzeni Planlarının gerek hazırlanış yöntemi, gerekse de hukuki boyutu açısından gerekli müdahaleleri yapmıştır. Gerçekte, bir planlama modeli olup her ölçekte yapılabilecek olan bu planlama yaklaşımın olumsuz uygulamalarına karşı Şubelerimiz tutum geliştirmişlerdir.
Mimarlar Odası’nın Ülkemiz Planlama Sürecine İlişkin Önerileri
Odamız, dengeli kalkınma, doğal ve sosyo-kültürel çevre değerlerinin gözetildiği bir planlama ve tasarımla oluşabilecek bir planlı, güzel ve yaşanabilir kentsel çevreler için aşağıdaki önerileri yapmaktadır:
- Planlamanın temel ve değişmez kuralı olan, üst ve alt ölçek arasındaki planlama hiyerarşinin sağlanması yönünde ivedi önlemler alınmalıdır.
- İnsan kaynağı dahil, ülkesel kaynaklar rasyonel kullanılmalı, kaynak yaratımında ve üretiminde bölgeler arası eşitlik ilkesine dikkat edilmeli ve bölgeler arasındaki dengesiz gelişimdeki farklılıklar giderilmelidir.
- Küreselleşiyoruz diyerek, uluslararası ve ulusal sermayeye hizmet etmek için, özellikle kamu mülkiyetindeki arazilerin ve rant kazanmış yerleşim alanlarının, kentsel gereksinimleri, sosyal ve teknik altyapı yeterliliği irdelenmeden, bizim arzu etmediğimiz ve sonunda mutlaka yasal dava konuları ettiğimiz, olağan üstü yoğunlukta rant alanlarına dönüştürülmesine son verilmelidir.
- Kısa dönemde planlamadaki giderek artan çok başlılık, kurumsal ve yasal kaos ortadan kaldırılmalı ve en azından farklı kurumlarca birbirinden bağımsız yapılan planlar arasındaki kopukluk giderilmeli, eşgüdüm sağlanmalı, parçalanan ulusal planlama sistemi bütünleştirilmelidir.
- Uzun dönemde ülke ölçeğinde, “planlama kaosu ve yetki kargaşası”na son verecek bir planlamanın kurumsal yapılanmasının düzenlenmesi için önlemler alınmalı, geçmiş deneyimler ve birikimleri ve gelenekleriyle Bayındırlık ve İskan Bakanlığı birikimleri dahil tüm birikimlerden yararlanılmalıdır.
- İmar planlarının hazırlanması aşamasında, diğer meslek disiplinleriyle birlikte ve şehir plancılarıyla mimarların bir ekip içinde çalışabilmeleri yeniden sağlanmalıdır. Kentlerin planlanması ve tasarımında sürekliliğe ve geçişlere izin veren bir süreç kurgulanmalıdır. Zaten “İmar Planlarının Yapımını Yükümlenecek Müellif ve Müellif Kuruluşlarının Ehliyet Durumlarına Ait Esaslar” adlı yönetmelikte Planlama işlerini yapacak müelliflerde, Üniversite, Akademi veya Yüksek Okulların şehir planlama, bölge planlama, kentsel tasarım veya mimarlık fakülte veya bölümlerinden, şehir plancısı, bölge plancısı, kentsel tasarımcı veya mimar unvanları alarak mezun olmaları veya bu disiplinlerden birinde lisansüstü öğrenimi yaparak Master Lisans veya Doktor derece ve unvanlarını kazanmış olmaları şartı aranır” denmektedir.
- Her ölçekte yapılan planlama çalışmalarında kamuoyu ve ilgili meslek odalarının görüşleri dikkate alınmalı, yapılan çalışmalar tartışmaya açılmalıdır.
Bu çerçevede, her ölçekteki plan kararlarının mekâna yansıması konusunda toplumu bilgilendirmeyi ve toplumsal katılımı artırmayı görev saymaktayız.
Bu icerik 1507 defa görüntülenmiştir.
|