8 Kasım 2004
MİMARLAR ODASI
UIA-2005 İSTANBUL KONGRESİNE DOĞRU
TÜRKİYE KONGRELERİ
İZMİR KONGRESİ SONUÇ BİLDİRGESİ
(22-23 EKİM 2004)
“TARİHİ KENTLERDE BÜYÜME ve MİMARLIK”
Mimarlar Odası’nın 2005 Yılı Temmuz ayında İstanbul’da ev sahibi olacağı Uluslararası Mimarlar Birliği (UIA)- Dünya Mimarlık Kongresi’ne ulusal katılımın güçlendirilmesi ve aynı buluşmada ağırlıklı olarak ele alınacak “Kentler ve Mimarlık” konusunda ülkemiz gerçeklerine bağlı değerlendirmelerin yurt düzeyinde de gündeme getirilmesi için düzenlenen Türkiye Kongreleri’nden üçüncüsü 22-23 Ekim 2004 günlerinde İzmir’de gerçekleştirildi.
İzmir Kongresi’ne, İzmir’in önceki valilerinden, Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri Sayın Kemal Nehrozoğlu da onur konuğu olarak katıldı ve bir konuşma yaptı. İzmir, Denizli, Balıkesir Valileri ve İzmir Büyükşehir, Denizli, Balıkesir ve Çanakkale Belediye Başkanları ile Dokuz Eylül Üniversitesi’nin ve İzmir Yüksek Teknoloji Enstitüsü’nün yöneticileri ve üyeleri katılımcılar arasında yer aldılar.
Mimarlar Odası’nın İzmir, Denizli, Balıkesir ve Çanakkale Şubelerinin ev sahibi oldukları İzmir Kongresi’nin teması, bu etkinliklerle ilgili Ulusal Eşgüdüm Komitesi ve Tematik Danışma Kurulu’nca; “Tarihi Kentlerde Büyüme ve Mimarlık” olarak belirlenmişti.
Kültür ve Turizm Bakanlığı’yla birlikte İzmir ve Denizli Valilikleri; İzmir Büyükşehir Belediyesi ve Çanakkale Belediyesinin destekleri, VASCO Turizm ile MAVİ KALE guruplarının da sponsorluk katkılarıyla gerçekleşen kongrenin ilk gün oturumları Atatürk Kültür Merkezi’nde, ikinci gün oturumları ise Ahmet Piriştina Kent Arşivi ve Müzesi’nde yapıldı.
Mimarlar Odası yöneticileriyle birlikte bölge mimarlarının ve ilgi duyanların oluşturdukları yaklaşık 550 kişilik buluşmada İzmir’deki tarihten gelen, cumhuriyet dönemine ait ve çağdaş mimarlık örneklerinin görülmesini içeren kent gezisi de gerçekleştirildi.
UIA ve 2005-İstanbul Dünya Mimarlık Kongresi hakkında genel bilgilendirmenin de yapıldığı İzmir Kongresinde, gerek konuşmalar, gerekse sunumlar ve bildirilerle dile getirilen vurgulamalar, genelde “Kentler ve Mimarlık” konusunda, özelde ise “Tarihi Kentlerde Büyüme ve Mimarlık” temasına bağlı olarak, özetle şu saptamaları gündeme getirdi:
TARİHİ KÜÇÜLTMEDEN BÜYÜYEBİLMEK
Hemen tüm kentler gibi “tarihi kentlerin” büyümeleri de 20. yüzyıldan 21.yüzyıla aktarılan evrensel bir olgudur.
Yeni yüzyılın “kentler çağı” olacağını saptayan, 1996’daki B.M. Habitat-II İstanbul Doruğu’ndan bu yana geçen 8 yıl içinde, çok sayıda ulusal ve uluslararası konferansta “kentleşmenin” değişik yönleri irdelendi.
UIA 2005 İstanbul Dünya Mimarlık Kongresi için belirlenen “kentler ve mimarlık” teması kapsamında aynı olgunun ele alınmasında ise özellikle Türkiye kentlerinin ortak karakteri olan “tarihsel kimlik” ile “çağdaş gelişme” arasındaki ilişkiler ve çelişkiler, İzmir’deki Türkiye Kongresi’nin öncelikli konusunu oluşturdu.
Ege Bölgesi’ndeki Mimarlar Odası şubelerinin yakından gözledikleri İzmir, Denizli, Balıkesir ve Çanakkale kentlerinin ortak görünümleri; “büyümeyle birlikte tarihsel dokuların küçülmesi” şeklinde özetlenebilir.
Bu gerçek, kentin sadece eskiden gelen mimarlık değerlerini yitirmesi biçiminde gözlemlenmiyor. Yeni yapılaşmanın da hem yasadışı yayılma alanlarında, hem de “planlı ve izinli” bölgelerde kentin “eskiden gelen” kimlik ve peyzaj değerlerini gözetmeyen bir “mimari” biçimlenmeyle oluşması da aynı gerçeğin ürünü…
Bu süreçle ilgili kongredeki değerlendirmelerin ortak vurgulamaları ise şöyledir;
Tarihi kentler büyüdükçe, “tarihselliklerinin” kanıtlarında gözlenen “küçülmeyi” durdurabilmek için, sadece imar ve planlama politikalarındaki “korumaya” dönük ihmallerin giderilmesi yeterli olmayacaktır.
Kentlerdeki yeni yapılanma ve kentsel gelişme alanlarındaki genel mimarlık ve şehircilik hedeflerinde de o yerleşmenin “geleneksel değerler”ini, “yapısal ölçeği”ni ve “kentsel-çevresel karakter”ini “sürdüren” bir anlayışın öncelik kazanması sağlanmalıdır.
KENTLERDEKİ FARKLILIKLAR ve HEDEFLER
Tarihi kentlerimizdeki, “geçmişi yok ederek gelişme” sürecine bağlı olarak, her biri için “kendi özgün durumlarına uygun” yeni önlem ve politikaların üretilmesi ise konunun en özgün yanını oluşturmaktadır.
Bu saptama ışığında, İzmir Kongresinde irdelenen kentlerle ilgili olarak, “tarihsel kimlik ve çağdaş gelişme”ye yönelik değerlendirmeler şöyle özetlenebilir;
Denizli ve Balıkesir
Bu kentlerimiz eski dokularını artık neredeyse “tümüyle” yitirmiş gibidirler. Kente egemen olan “yeni ve modern” karakter ile geçmiş arasındaki bağı kurabilmek için çağdaş mimarlığın esinlenebileceği kaynaklar da çok azdır.
Ancak, böyle bir durum, aynı kentler için bundan böyle “kişiliksiz” bir mimarinin ve “tarihsel yaşanmışlıkları tümüyle unutan”, tek düze bir şehirciliğin geçerli olabileceği anlamına gelmeyeceğinden, aynı kentler için izlenecek yöntemlerin başında da yine “yöresel yaşam ve kültür değerlerini gözeten bir mimarlık” arayışı gelmektedir.
Çanakkale
Çanakkale örneğindeki gibi, eski dokusunun elde kalan bölümlerini koruma konusunda önlemler alan kentlerimizin büyüme sürecinde ise; bu tarihi bölümler, özellikle yapılanma haklarının imar rantlarını arttıracak biçimde yüksek tutulduğu komşu arsa ve kent bölümleri arasında sıkışıp kaldığından, tarihi dokunun korunması için temel koşullar arasında yer alan “toplumsal bilinçlenme” olumsuz yönde etkilenmektedir.
Kent içinde neredeyse “yan yana” denebilecek konumdaki arsalara verilen, birbirlerinden çok farklı imar olanakları nedeniyle tarihsel dokular adeta “mağduriyet bölgeleri” olarak görülmektedirler.
İzmir
“5000 yaşında” olduğunu ulusal ve uluslararası kamuoyuna duyurmakla onur duyan İzmir ise “metropol” kimliği ile çok daha farklı özellikler taşımaktadır.
Son zamanlarda, kentin antik çağlardan bu yana “yaşanmışlığını” belgeleyen ve kent içinde tarihi odak noktaları oluşturan arkeolojik alanlarla birlikte, yakın geçmişe ait yerleşme dokusunu ve yerel mimari karakterlerini barındıran kentsel SİT’lerin, aynı zamanda metropoliten gelişmenin de “kimlik kaynakları” nı oluşturması yönündeki çabalar önemli deneyimler yaratmaktadır.
Bu yöndeki öncelikli saptamalardan biri, özellikle “metropoliten planlamada” tarihsel semtlerin kentsel bütünlük içindeki etkilerini ve yaşatılmalarını hedefleyen “makro” önlemlerin alınması gereğidir.
Çünkü, kentin geçmişini, sadece dar-sınırlı koruma planlarıyla ele alan anlayış, “yaşamdan kopuk koruma alanları” oluşturmakta, böylesi bir ayrışma ise sadece tarihsel bölgelerin çöküntü yörelerine dönüşmesine değil, yeni gelişme bölgelerinin de “kente yabancılaşmış” bir toplum ve mimarlık alanına dönüşmesine neden olmaktadır.
Bu nedenlerle, gerek kentsel hizmetler açısından, gerekse çağdaş konfor ve diğer çekicilikleri ile kent bütününde “tercih edilen yerleşim alanları” haline gelen yeni gelişme bölgeleri karşısında tarihsel dokuların giderek “metruklaşmaması” için önlemler almak gerekmektedir.
Bu yönde, bir yandan aynı gelişme bölgelerindeki yapılanma haklarının, mimari karakterlerin ve şehircilik düzenlemelerinin “tarihsel bölgelerle kopuk olmamasına” özen gösterilmeli; öte yandan, kentin korunması istenilen eski dokusunun, kentin en çekici, canlı ve herkesin yararlanabileceği işlevlerle donatılmasına öncelik verilmelidir.
“Tip Projeler”
Tarihi kentlerimizin büyümelerinde, yukarıda özetlenen “kimlik ve karakter yitirilmesi” süreçlerini destekleyen önemli ve etkin uygulamalardan biri de Türkiye’nin hala vazgeçemediği “tip proje”lerdir.
Bu uygulamalar, bir yandan mimarlığı kentin ve çevrenin niteliklerinden uzaklaştırdığı gibi, bir yandan da “tipleşmiş mekan ve çevrelerde” yaşayanlar açısından kendi değerlerine yabancılaşan bir toplum yaratmaktadır.
Sadece kimi kamu yapılarında değil, toplu konut alanlarında, gecekondu önleme bölgelerinde, hatta “2.konut” olarak tanımlanan toplu yazlık siteler ve konut kooperatifleri uygulamalarında yaygın olarak sürmekte olan; “tipleştirilmiş ve çok sayıda yinelenen mimari proje” uygulamalarından vaz geçilmelidir.
ŞEHİRCİLİKTE “MİMARLIK”
İzmir Kongresinde, yukarıdaki saptamalarla birlikte gündeme getirilen diğer bir olgu da Türkiye’deki “mimarlık eğitimi” ile “şehircilik eğitiminin” birbirinden “ayrıştırılması” ve bunun yine hem mimarlık, hem de şehircilik uygulamalarındaki sonuçlarının özellikle tarihi kentlerdeki yapılanma ve şehircilik kararlarına olumsuz yansımalarıydı.
Özellikle çağrılı bildirilerin sunulduğu oturumlarda ve forum/panel tartışmalarında ele alınan bu konuyla ilgili genel saptama ve değerlendirmeler ise özetle şöyledir;
· Genel olarak ekonomik, sosyal ve siyasal girdi ve hedefleri olan “planlama” ile özelde mekansal tasarıma ilişkin kurgulamaları içeren “fiziksel planlama” arasındaki ayrımın yapılmadığı bir şehircilik eğitimi ve mesleki yetkilendirme hukuku, mimarlık ile kent arasındaki tarihsel bütünlüğü gözardı etmektedir.
· Mimarlık adaylarına kentsel ve çevresel yükümlülük ve bağımlılıkların yeterince verilmediği, şehircilik adaylarına da mimarinin geçmişten geleceğe derinliklerinin aktarılamadığı bu “bölünmüş eğitimin” ve “ayrışmış yetkilendirmenin” sonucunda ise ; “mimariyi kentsel sorumluluklardan uzaklaştıran, kent planlamasının da mimariye olan bağımlılığını giderek ortadan kaldıran” bir süreç yaşanmaktadır.
· Türkiye’den başka, hemen hiçbir ülkede gözlenmeyen bu düzeydeki bir ayrışmanın, özellikle her bir kenti binlerce yıllık tarihsel-mimari birikimler ve kaynaklar içeren ülkemiz açısından bir an önce sorgulanarak, “mimarlık ile kent arasındaki mesleki, sanatsal ve kültürel birlikteliği gözeten” bir eğitim ve uygulama düzenine geçilmesi gerekmektedir.
“BÖLÜNMÜŞ” KENTLER
İzmir Kongresi’nin değerlendirmeleri arasında, özellikle Denizli’nin içine itildiği “imar ve planlama karmaşası”ndan hareketle; büyümekte olan kentlerin birbirlerine komşu farklı imar otoriteleri yaratılacak şekilde “bitişik belediyelere” parçalanmasının bir an önce durdurulması gerektiği de önemli bir başlık oluşturmaktadır.
Kentsel gelişmelerin, kentsel bütünlüğü gözeten ve hem mimarlık, hem de şehircilik uygulamaları açısından kentin tümünü hedefleyen karar ve politikaların üretilmesini sağlamaya yönelik olarak, mutlaka “kentsel planlama ve yönetim birliği” içinde gerçekleşmesi zorunludur.
Özellikle Denizli’de doruğa çıkan, ancak hem Ege kentlerimizde, hem de diğer tüm büyümekte olan yerleşmelerimizde öncelikli sorunlar arasında yer alan “bölünmüş kentler” uygulamasının sona ermesi için Hükümet ve Yasama Organının daha fazla gecikmemesi, kongre katılımcılarının ortak dileğidir.
MİMARLAR ODASI
Bu icerik 1083 defa görüntülenmiştir.
|