12 Eylül 2005
12 Eylül’ün 25. yılı nedeniyle
BASIN AÇIKLAMASI (12 Eylül 2005)
25 yılın özeti: “Yağma Hukuku” kurumsallaştırıldı…
“12 EYLÜL KENTLERİ” YARATILDI
12 EYLÜL’ÜN 25. YILINDA;
DARBE DÖNEMİNDE BAŞLATILAN POLİTİKALAR ve YASALARLA
GERÇEKLEŞTİRİLEN
“KENT ve ÇEVRE” TAHRİBATI SÜRÜYOR
Türkiye’nin demokratikleşme ve hukuk devleti hedeflerinde 25 yıldır en büyük engeli oluşturan “12 Eylül 1980 Darbesi”, sadece insan hakları ve özgürlüklerde değil, “kent, çevre, kültür ve mimarlık” alanında da hâlâ sürmekte olan “kalıcı tahribat”lar yaratmıştır.
Bu tahribat sürecinde, demokrasi ile planlı kentleşmenin “birlikte” askıya alınması ise rastlantı değildir. 12 Eylül’le birlikte özelikle arsa ve arazi rantının temel ekonomik tercihler arasında yer alması, toplumsal hakları her alanda yok saymanın doğal sonucudur.
“Ekonomide üretim yerine talanın yeğlendiği, kentleşmede de planlama yerine fırsatçılığa dayalı politikalar”, kent ve çevre haklarının ihlali ile ancak yaşama geçebileceğinden, 12 Eylül’ün bu yöndeki temel işlevi ve karakteri “yağmacılık ve çıkara dayalı imarcılık için en uygun siyasal ortamı” oluşturmuştur.
Son 25 yılın tüm hükümetlerinin, 12 Eylül döneminde yürürlüğe giren ve bilimi, demokrasiyi, toplumsal hakları yok sayarak ayrıcalıklı rant yatırımlarına ve talan yapılaşmasına olanak sağlayan yasaları sona erdirmek yerine, aynen ve hatta aynı anlayıştaki yeni düzenlemeleri de ekleyerek yürürlükte tutmaları ise yine tüm hükümetlerin “darbeci dönemin yağma hukuku”ndan yana olduklarının açık kanıtıdır.
Şöyle ki;
AYRICALIKLI “ÖZEL” İMAR İZİNLERİ:
Yüksek rant ve özel çıkar amaçlı projelere, bulundukları kentin ve çevrenin genel imar ve planlama ilkelerine aykırı olarak ve doğrudan merkezî hükümet kararıyla ayrıcalıklı yapılaşma hakkı sağlanması, bir 12 Eylül dönemi düzenlemesi olan ve TBMM’nin “lağvedildiği” ortamda, “Milli Güvenlik Konseyi” tarafından 12 Mart 1982’de yürürlüğe sokulan “Turizmi Teşvik Yasası” ile başlamıştır.
6 Kasım 1982 tarihli Anayasa’nın 12 Eylül sorumlularıyla birlikte “hukukunu“ da “dokunulmaz” kılan geçici 15. maddesi nedeniyle iptal davası açılamayan bu yasa, söz konusu “geçici” koruma maddesi kaldırıldıktan sonra da geçerliliğini korumuştur.
Son yıllarda aynı yasada yapılan değişikliklerle, kent, çevre ve kültürel değerleri gözardı eden yatırımlara doğrudan hükümetçe imar izni verilmesi daha da yaygınlaştırılmış; hatta turizm dışındaki amaçlarda da yine “darbeci” anlayışın ürünü olarak “endüstri bölgelerinde özel imar olanağı”, “özelleştirmede özel imar hakları” vb. düzenlemeleri içeren yasalar devreye sokulmuştur.
Bu politikalar, öylesine doruktadır ki, örneğin Haydarpaşa’da İstanbul’un tüm planlama ilkelerine aykırı olan yüksek rant projesini “engelsiz” gerçekleştirebilmek için, Büyükşehir Belediyesi’nin imar yetkilerinin yanısıra, projenin Belediye Meclisi’nde gündeme alınarak yasal görüş verme hakkı bile elinden alımıştır. Bu örnekler yurt düzeyinde yaygınlaştırılmaktadır…
PLANSIZLIĞIN PLANLANMASI
12 Eylül’ün sadece rantı temel alan ve kamu yararını gözetmeyen imar politikalarının yarattığı kentsel tahribatın başlangıcı da yine Milli Güvenlik Konseyi tarafından 1982’de yürürlüğe konulan imar afları ve bunlara dayalı olarak 1984’de çıkartılan “ıslah imar planları” yasasıdır.
Bu planlar ile gecekondu ve kaçak yapılar, aynı arsalarda “apartmana dönüştürülerek” affedilmekte ve ruhsata, hatta tapuya bağlanmaktadır. Son zamanlarda yaygınlaşan “kentsel dönüşüm” söylemine de öncülük eden bu bilim dışı talan yasasına göre, “düzensiz apartman yığınları”na dönüştürülen kaçak kent alanlarında, imar hukukundaki sosyal, kentsel, kültürel alt yapı ve toplumsal gereksinmeler için gerekli düzenlemelerin yapılması koşulu bile yoktur.
“Plansızlığı planlama” ve “yasadışılığı kentleştirme” denilebilecek bu uygulama da 25 yıldır imar düzeninin temeli haline gelmiş ve düzensiz, altyapısız, yeşil alansız, otoparksız, yolları ve açık alanları yetersiz, kimlik ve mimarlık yoksunu apartman yığınlarından oluşan “12 Eylül kentleri” yaratılmıştır…
O kadar ki 1984’den bu yana imar affı yasasının çıkmamış olmasının nedeni de hükümetlerin bu konuda “geçmişten ders almaları” değil, ıslah imar planları uygulamasının zaten “sürekli imar affı”nı sağlamış olmasıdır…
Çünkü, bu planlara dayanak olan ve hâlâ yürülükte tutulan 12 Eylül yasasıyla, yerel yönetimlere kaçak yapıları engellemek ve yıkmak yerine, “plana işleyerek ruhsat verme” olanağı sağlanmıştır. Bugün, aynı yöntemle su havzalarında bile yükselen dev iş merkezleri, metropolleri kuşatan plansız yapı yığınları ve kent siluetlerindeki uygunsuzlukları yaratan hemen tüm çirkinlikler ile nüfuzlu sahiplerinin “siyaseten kayırıldığı” rant kuleleri, şehircilik ve imar kurallarına aykırı oldukları halde işte bu zincirin “izinli” uygulamaları olarak gerçekleşmişlerdir…
“İŞBİTİRİCİ” ANLAYIŞIN ETKİNLİĞİ
Yukarda özetlenen politika ve uygulamaların yarattığı ve 25 yılı bulan çıkarcı ve fırsatçı ortamın ürettiği davranış biçimi de halk arasında “işbitirici” olarak tanımlanan; yasalara, bilimsel kurallara ve etik değerlere göre değil, kısa vadeli haksız beklentileri her koşulda ve her yöntemle gerçekleştirme hedefine yönelik hizmet ve çalışma anlayışıdır.
Bu anlayış, özellikle kentleşme, imar ve çevre alanlarındaki karar ve proje tercihlerinde de etkinliğini giderek arttırmış; sonuçta toplumun ve gelecek kuşakların çıkarlarını gözetmek yerine bir an önce yüksek rantlara kavuşmanın yerel ve merkezi politikacıları; hatta teknik ve mesleki kadroları yaratılmıştır.
Günümüzde en önemli ulusal sorunlarımız arasında bulunan; politikada “siyasal kirlenme” ve kamuya karşı “güven bunalımı”na da temel kaynak olan bu politikaların 12 Eylül yasalarıyla ve kurumlarıyla sürdürülmesi de geçen 25 yılın tüm hükümetlerini toplumsal tarih önünde “aklanamaz” kılmaktadır…
SONUÇ:
12 Eylül’ün 25. yılında, sadece demokratikleşme, hukukun üstünlüğü ve ulusal çıkarların gözetilmesi açısından değil, imar, kültür ve çevre alanında da darbeci ve çıkarcı bir siyasetin hukuk ve yönetim anlayışından kaynaklanan sorunlarla içiçeyiz…
Bunlar arasında en kalıcı ve giderilmesi olanaksız tahribatın ise kentleşmede yaşandığı; plansız ve talana dayalı yapılaşmayı ülke düzeyinde egemen kılan yasal ve kurumsal sistem hemen sona erse bile, bugüne dek yaratılan sağlıksız çevrelerin kolay kolay düzeltilemeyeceği ortadadır.
Bu nedenle, Türkiye’nin çağdaş uygarlık hedeflerine ve demokratik beklentilerine bir an önce kavuşabilmesinin ön koşulu, 12 Eylül 1980’in tarihsel sorgulanmasının yapılması ve bu döneme ait anti-demokratik, yağmacı düzenlemelerden hukuk sistemimizin arındırılmasıdır.
MİMARLAR ODASI
TMMOB MİMARLAR ODASI
MERKEZ YÖNETİM KURULU
Bu icerik 1081 defa görüntülenmiştir.
|